Akşam üstü stüdyonun kapısı hafifçe aralandı. Başında bordo şapkası ve üstünde kürküyle içeri annesi süzüldü.
Önünde duran birkaç fotoğrafı eliyle itip ayaklandı Fulya. “Anne!” diyerek Seniha Hanımın kürklü boynuna atıldı. “Bu ne güzel sürpriz!” Yanak yanağa öpüşüp birbirlerine baktılar. “Babam nerede?”
“Yalıya valizleri bırakmaya gitti.”
Gözlerinin içi parladı Fulya’nın, “Ya!” diye haykırdı. “Demek hemen dönmeyeceksiniz?”
Başını üzüntüyle salladı Seniha Hanım. “Sabah bir haber aldık…” bir adım geri çekildi, kızının yüzüne baktı. “Ercan Amcan babanı aradı. Telefonu kapatır kapatmaz yola çıktık.”
Bir şey belli etmemeye çalıştıysa da beceremedi Fulya. Gözlerini kaçırıp annesinin verdiği ölüm haberine şaşırmış gibi yaptı. Fakat Seniha, kızının zaten bildiğini anlayınca, hemen suçlayıcı tavrını takındı. “Dün geceki o soruların bir amacı vardı demek!” diye haykırdı. “Anlamalıydım, anlamalıydım!” İşaret parmağını havaya kaldırıp, Fulya’nın gözüne doğru salladı. “Bana bak Fulya, yoksa sen kocanın muhbirliğini mi yapmaya başladın!” dedikten sonra kızına söz hakkı tanımadan devam etti. “Karışmayacaksın Fulya, kocanın o pis işine burnunu sokmayacaksın!”
Duyan da Pamir’i mafya babası falan sanırdı. Seniha Hanım için bir mafya neyse Pamir de oydu zaten. Sonuçta ikisi de silahla geziyor ve belaya bulaşıyordu.
“Kocam bir Başkomiser, anne!” diye karşı çıktı Fulya. “Ve lütfen, Pamir’e ve yaptığı işe biraz olsun saygı duy,” dedikten sonra burnundan soluyarak sustu Seniha Hanım.
Yemekler yapılmış, balkondaki masa salona geçmiş, sofra kurulmuş ve Tugay Bey gelmişti. Tek eksik Pamir’di, hala ortada yoktu. Aramanın fayda etmeyeceğini, operatörün usanmadan aynı cümleyi tekrarlayacağını bilmesine rağmen, en azından on kere daha aradı Fulya. Nihayetinde yemekleri tabaklara koymaya karar verdi.
Fakat Tugay Bey, “Bekleyelim kızım,” diyerek Fulya’yı durdurdu. “Ayıp olur damada.”
Yüzünü ekşitip sandalyesine yerleşti Seniha Hanım. “Ne ayıp olacak canım! Onun yaptığı işin bir saati, bir düzeni mi var sanki!”
“Annem doğru söylüyor, babacığım,” diyerek baş köşedeki sandalyeyi işaret etti. “En iyisi oturmak.”
“Olmaz,” dedi Tugay Bey. “Siz yemek istiyorsanız buyurun, ben Pamir’i beklerim.”
Tam o esnada sokak kapısı açıldı. Elindeki kitabı, kapının girişindeki portmantonun rafına koydu, Pamir. Tugay Beyin, “Heh! Gördünüz mü, geldi damadım!” dediğini duymadı. Ceketini çıkarıp astı. Gözkapaklarından okunuyordu yorgunluğu. Büyük adımlarla salona geldi. Karşısında Seniha Hanımın küçümseyen bakışlarını görünce, yay gibi gerilip durdu.
“Bizde yemeğe seni bekliyorduk, damat!” dedi Tugay Bey, baş köşedeki sandalyeyi çekerken. “Otur hemen, yoksa bu hatunlar seni beklemeyecek.” Karşısındaki sandalyeyi göstererek güldü.
Seniha Hanım, baştan ayağa Pamir’i süzüp yüzünü buruşturdu ve Pamir’in tam karşısında duran sandalyeye oturdu. Onun bakışı, Pamir’in gözünden kaçmamıştı. Fulya’ya dönüp, “neden benim haberim yok,” dercesine baktı.
“Sana ulaşmaya çalıştım,” diye fısıldadı Fulya, yanından geçip ocağın üstündeki çorba tenceresine doğru yürürken.
İç çekti Pamir, soluğu kalbini sıkıştırdı. Dişini sıktı. Tugay Beyin karşısındaki sandalyeyi çekip oturdu.
“Edeptendir,” dedi Seniha Hanım, kollarını göğsünde kavuşturarak. “Sofraya oturulmadan önce eller yıkanır. Hele de senin gibi işi dışarıda olanların eve girdiği gibi…” lafını bitiremeden, gürültüyle itti Pamir sandalyesini. Ağzını bıçak açmadan kalktı sofradan. Tugay Bey, Seniha Hanıma başını iki yana sallayarak bakarken; Pamir, Fulya’nın yanına gitti.
“Haberim olmalıydı,” dedi, elindeki tencereye rağmen karısının önüne dikilerek.
“Üzgünüm, sürpriz yaptılar ve telefonun kapalıydı.”
“Yine de bana sürpriz olmamalıydı.”
“Sana nasıl ulaşmalıydım?”
Pamir’deki tuhaflık gözlerinden okunuyordu. Ama cümleleri gözlerinden daha sertti. Fulya önünden çekilmesini rica eden bir bakış atmasına rağmen, Pamir, “Yemeğe davet etmek zorunda mıydın!” diyerek konuşmaya devam etti.
“Onlar benim ailem,” diye mırıldandı Fulya.
“Arcan’ı biliyorlar mı?”
“Evet, cenaze için gelmişler.”
“Benim dosyayı yürüttüğü mü?”
“Onu da biliyorlar..” derken gözlerini kaçırdı. “Tencere ağır, çekilir misin!”
Fulya’nın kulağına eğildi, “Sana söylememeni demiştim!” diye tısladı.
“Pamir..” dedi Fulya, sancılı bir şekilde. “Sırası değil!”
Göğsünü şişirerek nefes aldı Pamir ve bir adım geri çekilip karısına yol verdi. Tugay Bey ve Seniha Hanım pür dikkat ikisine bakıyordu. Fulya’nın geldiğini görür görmez, bakışlarını önlerinde duran tabaklarına devirdiler. Sert adımlarla musluğa yürüdü Pamir, sonuna kadar açtı çeşmeyi ama ellerini altına koymak yerine suyun akışında daldı gözleri…
Yağmur yağıyordu. Pamir’in çocukluğu, yaşlı gözlerle apartmanın dış merdivenlerine oturdu. Dizlerinin üstüne, hocasının verdiği kitabı koydu. Burnunu içine çeke çeke kapağı kaldırıp okumaya çalıştı.
“Ö.. N.. Ön…”
Merdiven ıslaktı, oturduğu yer de.. Dikkatini kelimelere verdi. Annesini düşünmek istemiyordu, ona bağırdığını, başının ağrıdığını hatırlamak istemiyordu.
“S.. Ö… Sö.. Z..”
Minik parmakları kirpiğindeki yaşları sildi.
“Söz”
Bir araba hızla geçti, çamur kitaba sıçradı.
“Yuh!” diyerek ayağa fırladı Pamir’in çocukluğu. “Yavaş geç be! Hadi beni görmüyorsun, koca kitabı da mı görmedin!” Arabanın arkasından avazı çıktığınca bağırdı, yağmur saçlarından, gözyaşlarına akarken.
Bir el omzuna değdi. Küçük Pamir sıçradı.
“Korkma,” dedi huzur dolu ses.
Arkasını döndü Pamir. “Siz miydiniz Hocam,” dedi.
“Bakıyorum da hemen başlamışsın okumaya,” dedi hocası, gülümseyerek.
Kitabı sıkı sıkıya tutuyordu Pamir’in çocukluğu, hızlıca başını salladı.
“Islanıyorsun, içeri girmelisin.”
“Yağmurdan korksaydım, bulutların altında koşmazdım.”
“Ya hasta olursan? Derse gelemezsen? Konulardan geri mi kalmak istiyorsun? Üstelik yarın İslam’ın şartlarını anlatacağım. Bilmek istemiyor musun?”
Çabucak başını salladı Küçük Pamir. “Derhal evime giriyorum, Hocam!”
Tebessüm etti hocası. “Hayırlı geceler, Küçük Adam.”
“Hayırlı geceler, Hocam,” dedi ve koşarak eve geri döndü.
“Pamir, çorban soğuyacak,” diye seslendi Fulya, ocağa tencereyi bırakmıştı.
Başını iki yana sallayıp, gözlerini sıkıca yumdu Pamir. Suda gördüklerinden uzaklaşamıyordu. Ellerini yıkayamadan çeşmeyi kapattı. Su gittiğinde anılar da kaybolacak sandı. Ağır adımlarla Fulya’nın arkasından masaya döndü. Beyni patlayacakmışçasına zonkluyordu. Tabağına baktı, turuncu çorbanın adını hatırlayamadı. Neydi bu? Zorla kaşığı eline aldı.
“Ellerine sağlık,” dedi Tugay Bey kızına, sonra da karısına döndü. “Bizim getirdiğimiz tarhana mı bu?”
Tarhana… Pamir’in beynindeki damarlar birbirine sürttü, aynı bulutlar gibi. Kuvvetli bir gök gürültüsü koptu, ardından şimşek… Kaşığı tutan eli de, tabağındaki tarhana çorbası da titremeye başladı.
Eve girdiğinde onu, her akşam içine çekmeyi sevdiği o koku karşıladı.
“Yaşasın,” diye bağırarak mutfağa koştu.
Annesi ocağın başında, bir eli de kendi başında, ayakta dikiliyordu.
“Tarhana mı yapıyorsun, anneciğim?” elindeki kitabı tezgaha koyup, ocağın üstündeki tencereye doğru zıpladı.
“Ne yapıyorsun Pamir! Uzak dur ocaktan!”
Annesinin sert sesi, Başkomiserin kulaklarında çınladı.
Bir iki adım geriye gitti Küçük Pamir. “Baş ağrın geçti mi anne?”
“Geçmedi, o yüzden sus!”
Kadının dudağından çıkan her sert cümle, Başkomiserin kulaklarına ulaşıyor, başındaki damarları çatlatırcasına yankılanıyordu. Başkomiser, ne Tugay Beyi ne de o masada konuşulanları duyabiliyordu.
“Ama tarhanayı içince geçecek, ben hasta olunca işe yarıyor, sende de yarayacak, anneciğim. Ben içereceğim sana.”
“Pamir!” diye kızdı annesi ve aynı anda Fulya seslendi Başkomisere.
Yutkundu Başkomiser, bakışlarını yavaşça karısına doğru kaldırdı.
“Beğenmedin mi, Hayatım?”
Pamir’den önce Seniha Hanım atladı lafa, “Hiç tatmadı ki,” diyerek.
Aldırış etmemeye çalıştı Pamir, Fulya’ya bakıp, “Biraz başım ağrıyor,” diye geveledi.
Ocağın altını kapattı Kadın. Oğlunun yüzüne bakmaksızın çıktı mutfaktan.
Bakışlarını yere indirdi, Küçük Pamir. Annesinin başı çok ağrıyor olmalıydı. Dudakları titreyerek büküldü. Sonra birden koşarak salona gitti. Kırılacakmışçasına titrek duran tabureyi kapıp, mutfağa döndü. Tezgahın üstündeki tahta dolabın hizasına koydu, üstüne çıktı ve dolaptan iki tabak çıkardı. Tabakları tezgahtaki plastik tepsinin üstüne koyup, tabureden indi. Ardından tabureyi ocağın başına çekti. Yeniden üstüne çıktı. Tencerenin kapağını kaldırdığında çıkan duman gözlerini yaktı. Kepçeyi ve tabağı eline alıp çorba koymaya başladı. İlk tabağa dolu dolu iki kepçe çorba koydu.
O esnada Başkomiser, bakışları üstünde tutmamak için kaşığı ağzına götürdü.
Elindeki tabağı tezgaha koyacağı sıra, ayaklarının altında titreyen tabure kırılarak ikiye yarıldı. Küçük Pamir elindeki kaynak çorba tabağıyla birlikte yere düştü.
Çorba Küçük Pamir’in karnına döküldüğünde, Başkomiser acıyla sıçradı. Eli gayri ihtiyari karnına kapandı. Gözlerini dehşetle yumdu. Dişlerini kıracakmışçasına sıktı.
Fulya elini Pamir’in koluna koyarak ona baktı. “İyi misin?” diye sordu.
“Başım ağrıyor,” diye mırıldandı Pamir, gözlerini açıp, elini karnına bastırarak.
Küçük Pamir, “Anne! Anneciğim!” demişti düşerken fakat ne bağırmış, ne ağlamıştı. Yanındakinin dahi duyamayacağı bir sesle söylemişti. Öyle ki annesi, onu duymamıştı. Taburenin kırıldığını, oğlunun düştüğünü.. Hiçbirini duymadı. Yatmıştı. Kadının başı ağrıyordu…
“Sana ilaç vermemi ister misin?” diye sordu Fulya.
Başını iki yana salladı Başkomiser ve bir kaşık daha aldı çorbasından. Tugay Bey ve Seniha Hanım merakla ona bakıyordu. En sonunda Tugay Bey, ortam biraz yumuşar diye düşünerek, “Ee damat, ben ne zaman dede oluyorum?” deyiverdi. İkisinin de yarasına tuz bastığından haberi yoktu. Kaşık Pamir’in dudağına ulaşamadan durdu. Kaşını havaya kaldırarak Tugay Beye baktı, Pamir.
Çabucak, “Henüz değil, babacığım,” dedi Fulya.
“Karışmasana sen Tugay,” diye araya girdi Seniha ve kinayeyle Pamir’i süzdü. “Belki de Pamir, kendini baba olmak için hazır hissedemiyor ya da bir çocuğa bakabileceğine inanmıyordur.”
Boğazındaki taşı indirmek istercesine sert yutkundu Pamir, elindeki kaşığı tabağın içine bıraktı.
“Neden öyle söylüyorsun Seniha, bir adam evlenmişse kendine güvenerek evlenmiştir.”
“Anne, baba, lütfen!”
Seniha Hanım da kaşığını bırakıp, dirseklerini masaya koydu. “Kadınlar doğuştan anne olmaya hazırdır.”
Bu sözlere kahkaha atarak yanıt vermek isterdi Pamir. Fakat sıktı dişini, susmayı seçti. Zira konuşursa, geçmişinin şuan burada olduğu ortaya çıkacaktı…
Yerden kalkması zamanını aldı Küçük Pamir’in. Acıdan dökülen gözyaşlarını silip, boş tabağı yere koydu. Üstündeki tişörtü, karnına üfleyerek çıkardı. Kıpkırmızı olmuştu göbeği. Dokundu, “Ayyy!” diyerek sıçradı. Canı yanmıştı. Daha çok üfledi. Tişörtünün temiz yeriyle çorba dökülen karnını sildi ve vücuduna yapışacağını sanıp aceleyle yere attı.
Su mu tutmalıydı karnına? Yoksa buz mu koymalıydı?
“Anne?” diye seslendi.
Canı acıyordu, yanmıştı ve ne yapacağını bilmiyordu. Küçüktü, henüz beş yaşındaydı.
Karnına üfleye üfleye annesinin yanına gitti. Yatakta yatıyordu kadın, sırtı dönüktü.
“Anneciğim, uyuyor musun?”
Küçük Pamir’in ağlamaklı sesi, Başkomiserin yüreğinde parçalanarak yankılandı.
Çocuk konusu uzadıkça, geçmişinin ağından kurtulamıyordu Pamir.
“Senin doğduğun günü dün gibi hatırlıyorum,” diye başladı Seniha Hanım, susmak bilmeden, kızının acı dolu bakışlarını anlamadan, onu çocuk yapmaya özendirme niyetiyle konuşup durdu.
“Anneciğim, bir dakikacık bana bakar mısın?- Şey anne, ben.. – Uyuyor musun, anne?”
Küçük Pamir’in sesi beynindeki damarları kemiriyordu. Az sonra tüm damarlar kopacaktı.
“Anne canım acıyor. – Lütfen anne. – Uyan anne, uyan.. – Anneciğim…”
Ağlıyordu Küçük Pamir, gözyaşları kelimelerine karışıyordu.
“Anne, sadece az bir şey bana bak..”
Burnunu içine çekip, annesine yaklaştı, elini annesinin sırtına dokundurdu.
“Anne sana ihtiyacım var…”
… dediğinde, Başkomiser kontrolü kaybetti. Çünkü en az Küçük Pamir kadar, onun da annesine ihtiyacı vardı. Bir anda ayağa fırladı, farkında olmadan, beyninde yankılananları dile getirdi.
Aniden arkasını döndü kadın, “Ne istiyorsun!” diye bağırdı Küçük Pamir’e.
“Ne istiyorsunuz!” diye bağırdı Başkomiser.
Masada, ölümün getirebileceği o çaresiz sessizlik baş gösterdi. Fulya konuşmaya çalıştı ama Pamir’in gözlerindeki öfke onu korkuttu.
“Şey..” diye geveledi Küçük Pamir.
“Sana başımın ağrıdığını söyledim!”
Elini başına koydu Başkomiser. “Başımın ağrıdığını söyledim!” Gürültüyle sandalyeyi itti. Kalırsa, kim bilir daha neler söyleyecekti.
Pamir koridora doğru yürümeye başlamıştı ki, Fulya da ayağa kalkıp arkasından seslendi.
“Haklısın anneciğim ama ben bilemedim, yani anne,” karnını gösterdi. “Suyla yıkayayım mı? Yoksa buzlukta buz var mı?”
“Sus!” dedi kadın.
“Sus,” dedi Başkomiser.
Dinlemedi Fulya, ona doğru adım attı, “Sana ilaç vereceğim,” diye mırıldandı.
“Ama anne, ben..” Çok ağlıyordu Küçük Pamir ve artık acıyan sadece karnı değildi.
“Git başımdan Pamir! Yalvarırım git!” dedi kadın, sıktığı dişlerinin arasından.
“Git başımdan Fulya!”
Omuz silkti Fulya ve mutfağa doğru yürüdü. O mutfağa girince, portmantonun önüne gitti Pamir, ceketini aldı.
“Nereye gideyim anne? Yandım ben, bana yardım etmeyecek misin?”
Yüzünü yastığına bastırdı Kadın, “Kapat çeneni!” diye bağırdı.
Elinde ilaç ve suyla Pamir’in yanına geldi Fulya, “Gidemezsin,” dedi. “Olmaz Pamir.”
Tugay Beyle, Seniha Hanım kaskatı olmuş halde ikisine bakıyordu. Ne konuştuklarını duymuyorlardı ama iyi şeyler olmadığının farkındaydılar.
“Gitmiyorsun Pamir! İç şu ilacı ve, ya masaya dön ya da yatıp uyu. Ama bu kapıdan çıkmayacaksın!”
O kapıdan çıkarsa, bir daha tanıdığı Pamir olarak dönmeyeceğini iyi biliyordu, Fulya. Korkudan ödü patlıyordu ama belli etmemek için duruşunu bozmadı. “İç şunu!” dedi.
Göğsü, nefes aldıkça yukarı kalkıyordu Pamir’in. Beynindeki damarlar çoktan kopmuş, geçmişi onu ele geçirmişti. Yutkundu, “Kapat çeneni!” dedi.
Küçük Pamir, “Özür dilerim anneciğim..” deyip, koşarak çıktı odadan.
Başkomiser, Fulya’nın başka bir şey söylemesine izin vermeden, Küçük Pamir’i takip edercesine, kapıyı açtı ve evden çıktı.
Elinde su bardağı ve ağrı kesici ilaçla kalakaldı Fulya. Annesiyle babasının gözü önünde terk edilmişti.