CİNAYET TOHUMU / Bölüm 22 (Birinci Kısım)

Televizyon izleyerek dikkatini dağıtmaya çalışıyordu Fulya. Olmuyordu. Orhan’la konuşalı iki saat olmuştu. Hala ses seda yoktu. Tam Orhan’ı aramaya karar vermişti ki, Orhan’dan bir mesaj geldi.

 Pamir’in iyi olduğunu ve geceyi birlikte geçireceklerini yazmıştı. Bir nebze içi rahatladı Fulya’nın. Omuzlarını düşürüp koltuğa gömüldü. Elinde kumandayla koltuğa kıvrılıp yattı.

  Ekip, güne cesetsiz başladı. Lale Dalı Cinayetlerinin katili bu geceyi dinlenerek geçirmiş olmalıydı. Ya da yedinci maktul olmayacaktı. Pamir ve Orhan’ın dışında, ekibin hepsi bu konuyu tartışıyordu. Begüm bile emniyete dönmüştü.

  Sabah ilk iş olarak Pamir’in telefonunu şarja taktı Orhan. Onu kendi evine getirmişti. Sonra kahvaltı hazırladı. Nurperi’nin cesedi hala morgda duruyordu. Onun otopsisini, şans eseri Orhan’ın mahalleden arkadaşı Kemal yapmıştı. Kahvaltının ardından doğruca onun evine gittiler. DNA örneği için Pamir’in saçından kesip, Kemal’e verdi Orhan. Yaptıkları yasal değildi, gerçi Nergis’i koruma görevi de yasal sayılmazdı. Kemal başta itiraz eder gibi oldu ama karşısında duran iki adamın gözlerindeki kedere, hayır diyemedi. İyi bir adamdı Kemal, hatta Nurperi’nin annesi çıkması durumunda tüm yetkiyi, cesetle birlikte Pamir’e vereceğini söyledi. Zaten kimse sahip çıkmamıştı cesede. Kimsesizler mezarlığına gömülmesindense, onu oğluna vermek daha doğruydu.

  Pamir Orhan’ın, Nurperi’nin onun annesi olduğunu nasıl tahmin ettiğini merak etmişti. Ona bunu sorduğunda gülümsemişti Orhan ama yanıt vermemişti. “Annemle babam bu gece hastanedeler. Evde yalnızız,” diyerek konuyu kapatmıştı.

  İki adam, emniyete gider gitmez, ıslah evinden gönderilen Hülya Bozlak’ın fotoğrafının konduğu, toplantı masasına oturdu. Gece olanlar yüzünden, kendini iyi bir Başkomiser olarak göremiyordu Pamir. Bir söz verdi mesleğine: Nergis’i bulur ve saklarsa, Lale Dalı Cinayetlerinin katilini içeri tıktığı an istifasını verecekti.

 Çenesini kaşıyarak fotoğraflara baktı. Karşısında üç tane fotoğraf duruyordu. Biri sicil kaydındaki, tutuklandığında çekilen on üç yaşındaki haliydi: Boyalı sarı saçları olan, küçük yüzlü bir kız çocuğu. İkinci fotoğraf ıslah evindeki bir sayım sırası çekilmişti: Boyalı saçlar gitmiş, yerine siyah cılız ve yeni kesilmiş saçları gelmişti; artık çocuk değil, bir genç kızdı.

 Son fotoğrafa baktı Pamir, ölüsüne: Saçları uzamış, yaşı biraz daha büyümüş, yüzü morarmış ve şişmişti.

“Ne düşünüyorsun Begüm?” dedi aniden Pamir. Fotoğrafların üçünü de onun önüne ittirirken.

“Bence..” diye başlamıştı ki, yarıda kesti Başkomiseri, “Elin nasıl oldu?” diyerek.

“İyi Başkomiserim, bir hafta alçıda kalacak.”

“Bir daha Lale Dalına dokunma,” der demez konuya döndü. “Evet sence?”

“Bence Arcan’ın sevgilisi, bu Hülya değil,” ölü olan fotoğrafı işaret etti. “Canlanmış olması imkansız.”

 Başını salladı ve fotoğrafları işaret ederek İnci’ye baktı. “Sence?”

“Ben de Begüm gibi düşünüyorum, Başkomiserim. Biri, Hülya Bozlak’ın cesedini kaçırıp yerine geçmiş.”

“Peki Başkomiserim,” diye araya girdi Mithat. “Sizce kim yapar böyle bir şeyi?”

 Fotoğrafları kendi önüne çekti Pamir. “Bence bu kızın derdi, Ercan Ulus.”

 Oturduğu sandalyede kımıldayıp, masaya doğru yaklaştı Orhan. “Burada bir aşk yok mu? Arcan ile Hülya’nın aşkı yalan mı?”

“Aşk, Arcan’la birlikte öldü.” Ellerini masada birleştirip, omuzlarını havaya kaldırdı. “Arcan kendi halinde, parayı bile umursamayan biriydi. Ama Ercan, oğlunun zıttı bir adam. Onun tüm derdi para ve ün. İşi ve hırsı uğruna oğluna kıyabilecek bir adam.”

 Geçmişini hatırlamaya başladığından beri, hayatının her anı arada kendini hatırlatır oldu Pamir’e. Öyle ki, Fulya’nın takılarını gördükten sonra, Arcan’ın kendi yaptığı kolyeyi Fulya’ya düğünde taktığını hatırladı. O gün Fulya kolyede parmaklarını gezdirip, hayretle modeline bakmıştı. Arcan, babasının tasarımlarına taş çıkartıyordu. “Ercan Amca tasarımların başına Arcan’ı geçirmeli,” dedikten sonra, “Ama O asla kendinden daha başarılı birini yakınında tutmaz, kendi oğlunu bile!” deyip Ercan’ın iş konusunda ne kadar hırslı olduğundan bahsetmişti. Bunu hatırladığından beri Pamir, Arcan’ın ölümünde okları Ercan’a döndürmüştü.

“Hülya’nın, yani çakma Hülya’nın derdi Ercan’la,” dedi ekibine.

“İntikam mı?” diye sordu Başar.

“Olabilir. Hülya, Ulus ailesine Ercan’dan intikam almak için sızmış olmalı. Arcan’ın ölümü ya beklenmedikti, Hülya’yı bile telaşa soktu. Ya da Hülya’nın intikam planı: Ercan’ın babalık duygusunu parçalamaktı. İkinci şık, Hülya’nın seri cinayet olan Lale Dalı Cinayetlerinin katiliyle iş birliği içinde olduğunu gösterir.”

“Hülya bizi katile götürebilir,” dedi Begüm.

“Aynen öyle. Belki öteki cinayetlerin de bir iş birlikçisi vardır.” İnci’ye baktı. “Tüm dosyaları yeniden gözden geçir. Maktullerin çevresinde olan herkesi,” deyip Orhan’a baktı. “Ercan Ulus’la bir kere daha görüşmeliyiz, düşmanlarını birlikte incelemeliyiz.”

 Kapı açıldı, elinde şeffaf dosyayla Sedat Amir içeri girdi. Eliyle oturun diye işaret ederken, “Kalkmayın çocuklar,” dedi. “Arcan’ın ve Işıkhan’ın otopsi raporu,” diyerek dosyayı Pamir’e verdi. “Bakılacak bir şey yok. Tulü da ne geldiyse aynısı.” Tadı yoktu Sedat Amirin. “Son sayfada lalelerin incelemesi var. Arcan ve Tulü’nun laleleriyle aynı,” dedikten sonra odadan çıktı.

 Pamir dosyayı solunda oturan Begüm’ün yanındaki İnci’ye uzattı.

“Ortada iki çeşit zehir var,” dedi Pamir, dirseğini masaya yaslayarak. “Bu iki zehrin, yani striknin kreatin ve Tabunun birleşimi sonucu; Arcan, Tulü ve Işıkhan öldükten sonra bedenleri zedeleniyor olmalı. Çünkü Işıkhan’ı gördük. Vücudu ötekiler gibi değildi. Fakat otopsi aynı olduğuna göre buna sebep, iki zehrin karışımı olmalı.”

 İnci hızla söze karıştı. “Tam on ikiden vurdunuz, Başkomiserim! Işıkhan’ın vücudunda, adli tıbba gittiğinde darp izleri varmış. Eray’ın ilk gözlemi: Cesedin sürüklenmiş olması, yani Tulü ve Arcan da rastladığımız gibi.”

“Arcan ve Tulü da bizi şaşırtan şey, öldükten saatler sonra onları görmüş olmamızdı.”

“O halde işe Hülya Bozlak’ın kimliğine geçen kızla başlıyoruz?” diye sordu Orhan.

“Evet, herkes işinin başına geçebilir.”

“Ercan Ulus’a mı gidiyoruz?”

 Başını olumlu anlamda salladı. “Onun otopsi sonucuna inanacağını düşünmüyorum. İşimiz çok zor olacak Orhan,” diyerek ellerini masaya koydu. Sandalyesini itip kalktı.

  Ayağı tamamen iyileşmişti Fulya’nın. Üstelik bugün çekimi yoktu. Güneş doğmadan koşmaya çıktı. Eve döner dönmez duşunu aldı. Öğlene doğru, ilk baharın gelişini hissedebilmek ve lalelerle iç içe olabilmek için fotoğraf makinesini alıp Emirgan’ın yolunu tuttu.

  Başını kaldırıp çektiği laleye baktı. Alacalı lalelerin arasına bir tane beyaz konmuş, Fulya’yı kendine çeken o beyaz lale olmuştu. Dizini yere koyarak laleye doğru yaklaştı. Gözünü merceğe dayayıp bir kez daha çekti ve sonra ayağa kalktı. Tüm kümeyi çekerken, kadraja bir el girdi, beyaz laleye uzanan küçük bir el. Gözünü mercekten çektiği an, elin laleyi hızla kopardığına şahit oldu.

“Hey!” dedi, karşısındaki kıza ama kız hızlı davranıp, uzun sarı saçlarını sırtına vurdurarak koşmaya başladı. Elini gözüne siper edip kızın arkasından baktı. Kalabalık bir grubun içine karıştı kız ve onu gözden kaybetti. Lalenin koparıldığı yere baktı. Gözlerini kısarak yaklaştı. Hızla makinesini eline alıp çektiği son kareye, kızın elinin olduğu değil de bir öncekine baktı. Gözlerini kırpıştırarak yeniden kümeye döndü. Orada sadece beyaz lale vardı, buna yemin edebilirdi, üstelik fotoğrafta aynısını söylüyordu. Ama toprakta iki tane yarım dal kalmıştı. Ya öteki lale daha önce koparılmıştı, ya da kız ikisini aynı anda koparmıştı. Fotoğrafa bir kez daha baktı. Sonra öteki fotoğraflara. Beyaz laleyi tepeden çektiği fotoğrafta durup, toprağa yaklaştı. Görmüştü. Hemen yanında bir alacalı lale daha vardı. Fakat biri üstüne basmışçasına toprakta yatıyordu. Ötekiler gibi ayakta olmadığından, her kadraj onu yakalayamamıştı. Başını kaldırıp toprağa bir kez daha baktı. Hüzünle iç çekip yoluna devam etti.

  Kolundaki saate baktı. “14.45”. Burada zaman diliminin farkına varamamıştı. Binlerce fotoğraf çekmiş ve hafızayı tıka basa doldurmuştu. Tek isteği bir an önce stüdyoya dönüp çektiklerine göz atmaktı. Çıkışın yolunu tuttu.

  Pamir ve Orhan, emniyetten çıkacakları sıra İnci koşarak onlara yetişti. “Sanırım yedinci maktul,” dedi.

“Nerede?” diye sordu Pamir.

“Emirgan Lale Korosu.”

 Orhan ve Pamir birbirine baktıktan sonra İnci’den bilgileri alıp, yola çıktılar.

“Belki de son kurbandır,” dedi Orhan, bir yandan araba kullanıyordu.

“Bu kanıya neye göre vardın?”

“Emirgan, lale döneminin en gözde yeri. Lalelerin evi. Orada bitirmek istemiş olabilir. Üstelik ilk defa gündüz vakti bir kurban veriyor.” Pamir cevap vermeyince bir süre düşündü Orhan. “Belki de kimyagerdir, zehirleri böyle açıklayabiliriz?”

“Kimyager..” diye tekrarladı Pamir. “Olabilir, emniyete dönünce unutturma, tüm yurtları tekrar gözden geçirelim, kimyager olan birine rastlayabilir miyiz bir bakalım.”

  Emirgan’ın dışında, ambulans beklemekteydi. Kapıları açıktı. Ambulans şoförü, Orhan ve Pamir’in arabasını görünce onlara el etti. Arabayı, ambulansın yanında durdurup indiler.

 Şoför hararetli bir şekilde Pamir’e yaklaştı. “Başkomiserim, kadın ölü. Cinayet olmadığını iddia ediyorlar ama kesin talimatınız olduğu için sizi aradım.”

 Oldukça soğuk tavrıyla kafasını sallayıp, ambulansın içine girdi Pamir. Ambulansın çevresi trafiğe kapatılmış, meraklı topluluk uzakta tutulmuştu. Ambulansın yanında Emirgan Lale Korosunun güvenliği ve bir de sivil duruyordu.

 Elini şoförün omzuna koydu Orhan, minnetle “Doğru olanı yapmışsın,” dedi.

 Bir dakika geçmeden ambulansın içinden geri çıktı Pamir. “Ne olmuş?” diye sordu.

 Güvenliğin yanında duran kadın ağır adımlarla Pamir’e yaklaştı. “Mihri Koca” diyerek elini uzattı. “Güzel Yarınlar Kız Yurdunun Müdüre Yardımcısıyım.”

 Pamir kadını incelerek, uzattığı eli sıktı.

  İnce uzun bir kadındı Mihri. Uzun yüzü, kocaman siyah gözleri vardı. Koyu kahve saçı omuzlarından göğsüne dökülüyordu. Üstünde mevsimlik beyaz bir mont, altında kot pantolon vardı.

“Olay nasıl oldu, Mihri Hanım?”

“Bu bir cinayet değil. Lale Hanım,” derken ambulansı işaret etmişti. “Yurdumuzun Müdiresidir. Yurdu geziye getirmek istedi. Gezi sırası ara ara nefes almakta zorlandığını söylüyordu. Dönüşe geçtiğimiz sıra düşüp bayıldı. Ambulans gelene kadar ne yazık ki kalbi durdu.”

 Etrafa bakındı Pamir. “Çocuklar nerede?”

“Beyefendi,” ambulans şoförünü göstermişti. “İlla sizi beklemekte ısrar edince, kızların hepsini servis aracımıza bindirip gönderdim.”

 Orhan, başını ambulansın içine uzattı. Sedyede yatan kadına baktı. Uyuyormuş gibi görünüyordu. “Bayanın adı Lale mi dediniz?” diyerek yanlarına geldi.

“Evet. Lalehan ama herkes Lale diye hitap eder.”

“Lalehan,” diye tekrar etti Orhan.

 Orhan’ın aksine Pamir, kadının ismine takılmamış, “Bileklerindeki laleleri kendi mi taktı, biliyor musunuz?” diye sormuştu.

“Ah, sormayın! Bizim ufaklıklardan biri koparmış. Lale Hanım çok yufka yüreklidir. Ufaklığı kırmamak için onları bileklerine doladı.”

 Pamir ve Orhan birbirlerine baktı ve ani bir hamleyle arkasına döndü Pamir. Ambulans şoförüne, “Onu adli tıbba götürün. Adımı verin. Laleleri hemen incelemeye alsınlar,” deyip, kadına döndü. “Ailesi var mı?”

“Evet. İki oğlu var.”

 Tekrardan şoföre döndü. “Ailesinden gerekli izinler alınınca otopsiye başlayacaklarını söyle.” Kadına geri döndü, “Bizimle emniyete kadar gelip ifade vermeniz gerekiyor,” dedi. “Ve, Lale Hanımın oğullarının telefon numaralarını.”

  Lalehan Arasın 43 yaşında, yurt müdiresiydi. Yaşından büyük görünen, sarışın bir kadındı. Biri 19, öteki 16 yaşında iki oğlu vardı. Kocasını uzun zaman önce kaybetmişti. Büyük oğlu Yusuf, haberi alır almaz önce annesini teşhis için adli tıbba, ardından emniyete geldi. Babalarını kaybettiklerinde kardeşinin depresyona girdiğini, uzun süre kimseyle konuşmadığını anlattı, Yusuf. “Şimdi ne yapacağım? Bana yardım et, abi,” diye mırıldandı. Annesine tıpa tıp benzeyen Yusuf’la, Pamir konuşmuştu.

  Pamir, Begüm ve Başar’ı ‘Güzel Yarınlar Kız Yurduna’ göndermiş; Orhan’ı da Emirgandaki güvenlik kameralarını incelemesi için bırakmıştı. Mithat’la İnci haldır haldır tüm yurtları birbirine bağlayacak bir isim arayışındaydı.

  Mihri’yle Pamir konuşmuştu. Kadın uzun uzun yurttan bahsetmişti. Lalehan iyi bir müdireydi. Anaçtı, sık sık gezilere götürürdü. Herkesin derdiyle bir anne gibi ilgilenirdi. Yurtta onu sevmeyen yoktu. Kocasının ölümünden sonra solunum problemi yaşadığını söyledi. Tek hastalığı buydu Lalehan’ın. Arada nefes alırken sorun yaşıyordu.

“Belki de,” dedi Mihri. “Çiçeklere alerjisi vardı ve onca lalenin içinde nefes alamadı.”

 Pamir sessizce Mihri’yi dinlemişti. Lale Dalı Cinayetlerinden söz etmemiş, onu şüphelendirecek hiçbir tepki vermemişti.

  Mihri gittikten kısa süre sonra Yusuf gelmişti. Uzun boylu, kaslı ve yakışıklıydı Yusuf. Pamir onu odasına almış, sakinleştirecek bir bitki çayı içirmiş ve sohbet edercesine konuşmuştu.

“Babanı nasıl kaybettiniz, Yusuf?”

“Babama araba çarptı.”

“Ona çarpan kişi tutuklandı mı?”

 Omuzlarını havaya kaldırıp başını hayır anlamında iki yana salladı, Yusuf.

“Şikayetçi olmadınız mı? Ya da kaçtı mı?”

“O da öldü.” Gözlerini kırpıştırıp yutkundu. “Karlı bir geceydi. Kardeşim süt diye tutturmuştu. O zamanlar 11 yaşındaydı. İnatçının tekiydi. Sabahı bekleyemedi. Babam bize kıyamazdı. Ona süt almaya gitmişti. Bakkal sokağın sonundaydı. Babam evden çıktıktan hemen sonra bir gürültü koptu. Yokuş aşağıda bizim ev. Arabanın biri kayıvermiş. Babam daha kaçamadan… Karşı binanın duvarına girivermiş araba, arada babamla..” çayından bir yudum aldı Yusuf. “Sesi duyunca cama koştuk. Babamı kanlar içinde arabayla duvar arasında görünce..” bir yudum daha aldı. “Kardeşim o günden sonra bir daha süt içmedi. Kendini suçlayıp durdu. Babama çarpan adam olay anında ölmüş. Annem çok güçlü bir kadındı. Babam için ağlamak yerine, hemen kardeşimi iyileştirmenin peşine koyuldu.” Pamir’in gözlerine baktı. “Siz söyleyin, şimdi kardeşime durumu nasıl anlatırım?”

 İç çekti Pamir. “Anneanneniz ya da babaanneniz var mı? Kardeşini bir süreliğine bırakabileceğin biri?”

“Halam var sadece.”

“Annenin ailesi?”

“Onlar yok. Annem, müdiresi olduğu yurttaki kızlar gibi. Yani kimsesiz.”

 Tepki vermeksizin düşündü Pamir. Demek yedinci maktul, Seri Katili ilk üçe geri döndürmüştü. Onlar gibi hem yurtta büyümüş hem de yurtta çalışan birini seçmişti.

“Kardeşini bir süre halana bırak istersen. Kendini daha iyi hissettiğinde ona durumu izah edersin.”

“Hayır, bundan sonra annem de olmadığına ve onun her sorumluluğu bana ait olduğuna göre, gerçekten kaçamam.”

 Başını sallayarak öne doğru eğildi Pamir, Yusuf’a yaklaştı. “Canını daha fazla yakmak istemiyorum ama izin vermen gereken bir husus var.”

“Nedir?”

“Anneni birinin öldürdüğüne inanıyoruz. Onun zehirlendiğini düşünüyoruz.”

“Ama annemin düşmanı yoktu ki.”

“İyice düşün, düşman gibi görünmeyen ama annenin ölümünden faydalanacak herhangi biri bile olabilir.”

 Birkaç dakika sessizlik oldu.

“Aklıma kimse gelmiyor. Annem öldürülmüş olamaz. Ne için iznimi istiyorsunuz?”

“Dinle Yusuf. Annen gibi birkaç kişi daha var. Öldürülen birkaç kişi. Katilleri aynı kişi mi, aynı cinayet mi di…”

“Otopsi yapabilmek için iznimi istiyorsunuz, öyle mi?”

“Seni anlayabiliyorum. Ben de annemi kaybettim. Onu da..” durakladı, gözlerinin önüne birden annesi geldi: Ağlarken, mutsuzken, ‘oğlum’ diye inlerken.

“Onu da mı öldürdüler?” diye sordu Yusuf.

 Dişini sıkıp başını salladı Pamir. “Ben yedi yaşındaydım.”

 Aykut’un karısı Nurperi umurunda değildi. O, hakikaten annesi çıkarsa dahi umursamayacaktı. Çünkü onun annesi, Pamir’den vazgeçtiği gün ölmüştü. Gece boyunca düşünmüştü. Belki Nergis’i aramaktan bile vazgeçecekti. Karısıyla mutlu hayatına geri dönecekti. Yaşamak istediği hayatı yaşıyordu zaten.

“Otopsi yaptılar mı annene?”

 Cevap veremeden usulca başını salladı Pamir.

“Otopsiye izin verirsem, katilini bulacak mısın?”

“Bizzat kendim tutuklayacağım. Söz veriyorum.”

“Nereyi imzalamam gerekiyor?”

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın: