“Çöküşe Beş Kala”
– Üniversite sınavından on gün sonra-
En çok güvendiğiniz insan, bir an da sizi en çok korkutan insan olabilir mi? Daha dün başınızı omzuna yasladığınız kişiden şimdi ölesiye korkmak… Dahası sizi öldürebilecek kadar gözü dönmüş olduğunu görmek…
Eylül arkasına bile bakmadan koşarken gözyaşları görüşünü bulanıklaştırıyordu. Onun, peşinde olduğunu biliyordu. Daha hızlı koşmalıydı. Mehtap’a gidemezdi, sınavdan iki gün önce kavga etmişlerdi. O günden beri konuşmuyor, görüşmüyorlardı.
Ayağı kaldırımdaki taşa çarpınca tökezleyerek düştü. Dizi ve avuç içleri sürtünmenin etkisiyle çizilerek kanamaya başladı ama durup bakmaya fırsatı yoktu. Koşmaya devam etmeliydi. Bu halde anneannesine gidemezdi, kadıncağızın aklı çıkardı. Fırat’a da gidemezdi. Neler olduğunu anlattığında Fırat sinirden köpürür ve yapmaması gereken şeyler yapardı.
En yakında ilkokuldan beri görüştüğü bir arkadaşının evi vardı. Kızla samimiydi, özellikle son zamanlarda sık sık ders çalışmışlardı. Onun evinin sokağına girdi. Kapısına vardığında istemsizce yumruklamaya başladı. Evin zilinin çalışmadığını hatırlamıyor ama bilinçaltı biliyordu.
Arkadaşı kapıyı açtığında Eylül ayakkabısını bile çıkartmadan içeriye daldı.
“Ne bu halin! Ne oldu sana?”
“Evde biri var mı?”
“Hayır, yalnızım.”
Kendini, belki de ilk kez tamamen çaresiz hissetti. En yakındaki sandalyeye çökerek ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı. “Doru bana saldırdı.”
“Nasıl yani? Şu bizim Doru, sana olan aşkından ölüp biten çocuktan mı bahsediyorsun?”
“Evet, Leyla, evet! Mehtap ve Fırat haklıymış, lanet olsun! O bir canavarmış, Leyla!”
“Ama bu nasıl olur, Eylül? Kendi gözlerimle gördüm. Sana büyük bir aşkla bakıyordu. Romantik ve komik, daha birkaç gün önce dünyada eşi benzeri yok diye konuşuyorduk. Ne oldu birden bire?”
Parmaklarını saçları arasından geçirip Leyla’nın yüzüne baktı. “Ayrılmak istedim,” diye fısıldadı.
Son bir saattir Salih deli gibi Mehtap’a bağırıyor, ona babasından bile işitmediği küfürleri saydırıyordu. Dizlerini birbirine bastırıp başını eğmiş, sanki dünyanın en büyük günahını işlemiş gibi başı eğik oturuyordu.
Ağzından salyaları akan canavar adam, eğilip kızın çenesini tuttu. Sertçe başını kaldırıp, “Gözlerime bak ve gerçeği söyle,” dedi.
Mehtap’ın, “Yemin ederim,” derken sesi titriyordu. “Sandığın şey olmadı. Sadece konuştuk.”
Öfkeyle daha çok sıktı kızın çenesini.
“Yemin ederim Salih. Seni aldatmadım.”
“Hala onu seviyorsun, değil mi? Ona nasıl baktığını gördüm!” diye bağırırken elini kaldırdı. Mehtap gelecek tokadı gözlerini yumarak bekledi. Ama tokat gelmedi, Salih hızla onu bırakıp ayağa kalktı. “Sana inanmıyorum.”
“Sen istemedin diye ben sınava girmedim, şimdi nasıl bana güvenmezsin?”
Salih dönüp Mehtap’ı korkutan bir ifadeyle güldü. “Ben sana hiç bir zaman güvenmedim ki..” Tüm ettiği hakaretler bu cümlenin yanında yok olup gitmişti.
Salih aşırı kıskanç biriydi ama bu yüzünü on gün önceye kadar güzelce saklamıştı. Mehtap sınava girmeyip onun isteğini yapınca, artık gerçek yüzünü saklamasının gereği kalmamıştı. Dışarıya çıktıklarında garsonlarla bile kavga ediyor, sonrasında Mehtap’ı adamlara kuyruk sallamakla suçluyordu. Ama hiçbiri bu sabah ki kadar sarsıcı olmamıştı. Salih’le buluşmak için yolda giderken Birol’la karşılaşmıştı. İşin doğrusu Birol onu köşede bekliyordu, Mehtap’ın bundan haberi yoktu. Salih sınırı aşmış ve birkaç gün önce Birol’a, Mehtap’la evleneceklerini çünkü Mehtap’ın hamile olduğunu yazan bir mail atmıştı. Mehtap’ın bu olaydan da haberi yoktu. Bunu çok sonra öğrenecekti. Zira Birol gerçeği öğrenmek için Mehtap’ı durduğu sıra, (tabi önce nasılsın, ne haber diye konuşmuşlardı) Salih bir akbaba misali tepelerine çökmüştü. İkisini yan yana görmek, onu Mehtap’ın daha önce hiç görmediği bir canavara dönüştürmüştü. Babasını bile bu halde gördüğünü hatırlamıyordu.
“Biliyor musun,” tekrardan Mehtap’ın önüne gelip yüzünü kızın yüzüne yaklaştırdı. “Sittin sene ayrılmayacağım senden. O adi herifin inadına, evleneceğiz.” Ayağa kalkıp bağırdı, “Bu yaz!” diye.
Mehtap öyle bir sıçramıştı ki, bir an önce Salih’ten kurtulmazsa onun tarafından öldürüleceğini anlamıştı. Ne yazık ki, Erman bile Salih’in yanında kuzu kalırdı. Ama tabi Mehtap o sene gelecekte evleneceği adamın Salih’in biraz iyi ama aldatan hali olduğunu bilmiyordu.
Eylül ve Doru, arkadaş çevrelerinin baskısı ve birlikte olduklarındaki uyumlarına bakarak denemeye karar vermişlerdi. Fakat o tatlı ve komik hali, gün geçtikçe huysuz ve mutsuz bir adama dönüşmeye başlamıştı. Eylül’ün ders çalışırken Doru’nun mesajlarına cevap vermemesi bile kavga sebebiydi. Üstelik Doru’nun gereksiz kıskançlığı Eylül’ü çileden çıkarıyordu. Ayrılmak ve Doru’yla olan tüm bağını kopartmak için sınavı bekledi. Sınavdan önce başına bela olmasını istemiyordu. Ayrıca gazeteyi bir salak yüzünden bırakamazdı.
Sınava bir hafta kala okul gazetesini sonraki sınıfa devrettiler. Sonrasında zaten okul kapandı, sınava girdiler ve ayrılık konuşması yapacağı gün gelip çattı.
Doru aslında inanılmaz romantik bir aşıktı.
Her gün mutlaka bir şiirle günü sonlandırırdı. Her buluşmaya hediyeyle gelir, haftada bir Eylül’ün kapısına bir demet mektup bırakırdı. Hatta Eylül’ün canı bir şey yemek isterse kendisi pişirir ve getirirdi. Ama sorun şuydu, aynılarını, hatta fazlasını Eylül’den bekliyordu. Dışarıdan güzel gelen ilişki, kısa sürede Eylül’ü yormuştu. En büyük sorunlarıysa Fırat’tı. Doru, onu sevgilisinin hayatında istemiyordu. Eylül, Fırat’ı hayatından sonsuza dek çıkartmayacaktı.
Ayrılmak istediğini söylediği o gün, Doru önce sinir krizi geçirerek gülmeye başlamış, sonra ağlayıp yalvarmış, en sonda da onu Fırat’la aldattığını söyleyerek Eylül’e saldırmıştı. Onu bırakacağına, ikisinin de ölmesini yeğlerdi. Evet, şimdi ikisini de öldürecek ve bu aşkın ıstırabına son verecekti. Eylül, Doru’nun gözlerindeki canavarın onu tamamen ele geçirdiğini gördüğünde, tüm gücüyle ona tekme atmış ve kaçmaya başlamıştı. Ne telefonunu, ne çantasını alabilmişti. Bunları daha sonra ondan Leyla alacak ve arkadaşını bırakmasını isteyecekti. Ama Doru onu uzun bir süre bırakmayacaktı. Salih’in Mehtap’ı bırakmayacağı gibi.