“Çöküş”
Eylül ve Mehtap’ı birbirinden koparmak; Doru ve Salih’in ittifakıyla gerçekleşti. Kızlar bunu yıllar sonra öğrenecekti. Salih, Doru’ya gitmiş ve Mehtap’ın hamile olduğu yalanını söylemiş, “Artık benimle evlenmeye mecbur,” demişti. Doru’nun aklına bebek zehrini salan Salih’ti. Eğer Eylül de hamile kalırsa onu terk edemezdi.
Salih ileri derecede kıskanç bir adamken, Doru içinde bir şizofrenle yaşıyordu. Öyle ki onları çocukken terk eden hasta babasını affetmediği gibi öldüğünde parti vermişti. Ona göre babası zaten çocukluğunda ölmüş, Eylül onu hiç terk etmemişti. Hayatı, var olmayan bir dünyada yaşıyordu. İşin korkunç yanı, Doru’yu Eylül’ün hayatına Harun’un sokmuş olmasıydı. Tarık’a ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemediler ama Doru’nun Harun’u tanıdığını öğrenmek, Eylül’de deprem etkisi yapmıştı.
Eylül ve Mehtap, hayatlarındaki bu iki hasta adamdan kurtulmaya çalışırken ayrı düştüler. Mehtap’ı Salih’ten kurtaran annesi oldu. Eylül’se Doru’dan tamamen kurtulabilmek için en sonunda ablasından yardım istedi. Zira Doru, ona geri dönmezse babasını kendi babasının yanına göndereceğini söyleyerek, Eylül’ü tehdit ediyordu.
Bir gün iki kızın da kaderi aynı depoda yeniden kesişti. Birbirlerinden habersizce, bu iki hasta adam tarafından kaçırıldılar. Doru ve Salih, kızlardan gizli bir dostluk kurmuştu. Kızları aynı yere getirip kapatmışlardı. İki ayrı odada, birbirlerinden habersizlerdi. İkisi de hiçbir zaman aynı yerde olduklarını bilmeyecekti. Çünkü ikisi de o depoda olanlara dair hiçbir şeyi hatırlamayacaktı.
Eylül gecenin karanlığında koştuğunu ve en büyük yeğeniyle bir çöp konteynerinin yanında buluştuğunu sonradan anımsayacaktı. Ama oradan nasıl çıkmış, o sokağa, o çöp konteynerine nasıl ulaşıp yeğenini bulmuştu… Yeğeninin anlattığına göre ona bir numaradan mesaj atmıştı. Sonrasında ablasının evine gelişini de hatırlamıyordu. Tek hatırladığı ona “iyi misin?” diye sorarken, koluna dokundular diye saatlerce çığlık attığıydı. O gecenin sabahında kendini hastanede bulmuştu. Koridordan babasının sesi geliyordu: “O şerefsizi bulup geberteceğim! Allah bilir benim kızıma ne yaptı!” Bunu kimse öğrenemedi. Hiçbir zaman.
Yıllar sonra Eylül, Serhan’a hayatının hatırlamadığı (belki de hatırlamak istemediği) bu bölümünü anlatırken, “Şimdi benden vazgeçebilirsin,” demişti. Ama Serhan ona dürüstlüğü için bir kez daha aşık olmuştu. Eylül şanslı olandı. Onu Doru’dan tüm ailesi korumuş ve iyi yürekli bir adam tarafından hassasiyetle sevilmişti.
Mehtap onun kadar şanslı olamamıştı. Depoda olanları Eylül kadar o da hatırlamıyordu. Tek bildiği Salih’in ağlayarak onu annesine geri getirdiğiydi. Salih neden ve nasıl pes edip, Mehtap’ı bırakmıştı, bu da ayrı bir muamma. Mehtap’ın yanında sadece annesi oldu. Ona bakan ve iyileştiren annesiydi.
Eylül hastaneden çıktıktan sonra şehir dışındaki dayısının yanına gitti. Yanında tabi ki anneannesiyle. Uzun süre İstanbul’a dönmedi. Böylece kazandığı sınavın üniversite kaydını yaptıramadı.
Mehtap aylarca evden dışarıya adım atmadı. Salih’in haklı olduğu bir konu vardı: Birol’u hiç unutmamıştı. Hayata yeniden adapte olması bir hayli uzun sürdü. Ve hayat ona Erman’ı getirene dek içine kapanık ve yalnız yaşadı.
Bir arkadaş ortamında görüp beğenmişti Erman onu. Sonra verem teşhisi kondu Mehtap’a ve Erman onu hastalığına rağmen sevdi diye, adam sandı onu. Yeni, mutlu ve farklı bir hayat sandığı şey, bunca zaman fragmanını yaşadığı filmin ta kendisiydi.