Uzun zamandır fantastik/ ütopik bir yapım seyretmemiştim. Bu filmi sevdim diyebilirim. Hatta ütopik film seyretme hevesim bu filmle beraber biraz harlandı :) bir kaç hafta biraz hareketli bir şeyler inceleyelim istiyorum… Fantastik, ütopik, post-tematik artık ne derseniz diyin bu film için :) Kendi içinde tutarlılığı olan ütopik filmleri seviyorum. İnsana farklı bir dünyanın kapılarını aralıyor. Zihnilerde modern tabirle ‘yeni sekmeler’ açıyor.
Filmin konusuna gelince, 2031 yılında, küresel ısınmayı durdurmak üzere yapılan bir deney yanlış gidiyor ve dünya yeniden buzul çağına dönüyor. Dünyada kalan son insanlar ise, Snowpiercer adı verilen bir trende yaşamak zorunda kalıyorlar. Senede bir kere aynı yerden geçecek şekilde güzergahı düzenlenen bu dev tren, hiç duraklamadan belli bir süratte yol alıyor. Trenin burun kısmından kürenen karlar ise suya dönüştürülerek gerekli enerji ve su ihtiyacı karşılanıyor. Ancak trendeki insanlar aynı dünya düzeninde olduğu gibi; yöneten ve yönetilen kesim olarak ikiye ayrılmıştır. Film çokça sembolik olmakla beraber, trenin kuyruk kısmındaki kesim artık mevcut baskı ve sömürü yönetimine bir başkaldırıda bulunmaya karar veriyor…
“Hatırlamıyorsan, unutmak en iyisi.”
Film ilk yarısına kadar kendi içinde bir dinamikle seyrederken, yarısından sonra ‘ah işte film şimdi başlıyor!’ diyorsunuz. Farklı ırk ve milletlerden fakat ortak zorunluluklar ve amaçlarla bir arada olan insanların niyetlendiği ‘devrim’i konu alıyor. Ya da işin ironik yanı; “Yakarsa dünyayı garipler yakar” da diyebilirsiniz :)
“Güneşi çok fazla düşlersen, ağaçları unutursun!”
Son yıllarda beyaz perdede izlediğimiz “Parazit” gibi bir filmle kendinden çokça bahsettiren Koreli sinemacı Joon-ho Bong‘un 2013 yılında ortaya koyduğu bu ‘post-apokaliptik’ filmin, yüksek tutulan beklentiyi pek karşılamadığı yazılıp çizilse de bence tatmin edici bir filmdi. Fakat biraz daha uzun tutulabilir ve alt metine sözlü olarak daha çok gönderme yapılabilirdi. Film zaten belli sınırlar dahilinde geçiyor. Mekan değişimi ve ekstra hareketlilik mümkün olmadığında, replik içeriğinin biraz daha zengin tutulması makuldür. Biraz bu yönde eksikliği var diye düşünüyorum. Çabuklaştırılmış bir sona bağlama, hafiften bir damdan düşmüş etkisi uyandırsa da sonu hiç de mânâsız değil. Bilakis; ucu açık, çokça ihtimali zihin süzgecinden geçirten film sonlarını başarılı buluyorum.
Kadrosunda ise, ‘Yüzüklerin Efendisi’ üçlemesinde Gandalf karakteri olarak seyrettiğimiz Chris Evans, ve Jamie Bell, Tilda Swinton, John Hurt, Ed Harris ve Octavia Spencer var.
Bakalım neler oluyor…Keyifli seyirler diliyorum :)