Fulya bileklerinde kelepçe, yanında Orhan’la emniyete girince, İnci onlara doğru koştu. “Şaka olduğunu söyleyin!”
Herkes ama herkes onlara bakarak fısıldaşıyordu. Mikrop gibi yayılıvermişti haber, “Başkomiser, karısını tutukladı!” ne skandal ama!
“Doğru değil merak etme,” dedi Orhan ve etrafa öfkeli bakışlarını fırlattı. “Ne bakıyorsunuz? Yok mu sizin işiniz!”
İnci, “Gel benimle,” diyerek Fulya’nın koluna girdi.
Gencay Sorunç, Lale Dalı Cinayetlerinin sekizinci kurbanı. 24 yaşında, yetenekli bir fotoğrafçıydı. Dokuz yaşındayken ailesini kaybetmiş, hiçbir akrabası tarafından istenmediği için yurtlarda büyümüştü. Okuldan eve geldiği bir gün, tüm ailesinin kurşuna dizili olduğunu görmüştü. Her zaman katili bulmak istemiş ama hiçbir zaman cesaret edememişti. İçi hep korku doluydu. Hele birde kaldığı yurtta yediği dayaklar.. Onu hepten korkak yapmıştı. Babası da kendi gibi fotoğrafçıydı. Ona fotoğraf çekmeyi henüz küçük bir çocukken öğretmişti.
Gencay yurttan ayrılıp, kendi hayatını kurduğunda, stüdyo stüdyo gezip çalışarak olduğu konuma gelmişti. İşte Fulya’yla da o vakitler tanışmıştı.
Gencay’ın hayatını, bir gece onu ağlarken gördüğünde öğrenmişti Fulya. Pamir’in nöbette olup eve gelmediği bir gece, can sıkıntısına stüdyoya inmiş, Gencay’ı ağlarken bulmuştu. Meğer o gün, ailesinin katledildiği günmüş. Babasının anısına fotoğraf çekmek için gelmiş stüdyoya, çekemeden boğulmuş yaşlara. O sırada inmiş Fulya. O gecenin sonunda, Gencay’a ‘ailesinin katilini bulmak için Pamir’le konuşmayı teklif etmiş’. Fakat Gencay karşı çıkmış. Sabah Fulya stüdyoya indiğinde, Gencay’ın bıraktığı notla karşılaşmıştı. Gitmişti.. O günden sonra, birkaç saat öncesine dek görmemişti Gencay’ı.
Onla ilgili bir haber okumuştu aylar önce. Hiçbir para talep etmeden, kimsesiz çocukların fotoğrafını çektiği için “Yılın Fotoğrafçısı” ödülüne layık görülmüştü, Gencay.
“Onu lalelerin fotoğrafını çekerken görür görmez tanıdım. O masum suratı nasıl unutabilirdim? Makineyi tutuşu bile değişmemiş. Gözünü mercekten ayırır ayırmaz yanına gittim. Sıcak kanlı, iyi biriydi Gencay. O da karşısında beni görünce hemen tanıdı. Kucaklaştık ve konuşmaya başladık. Stüdyo açmaya hazırlandığını anlattı. Stüdyosundan ve çocuklardan konuştuk.” Omuz silkerek sustu Fulya.
“Laleler? Onlar bileğinde miydi?” diye sordu Orhan.
Başını hayır anlamında iki yana salladı. “Yürürken mor lale kümesinin orada bir çocuk gördük. Laleyi koparıyordu. Ona seslenip yapmamasını söyledim.” Başını avuçlarının arasına sıkıştırdı. “Dün de aynısı olmuştu. Çocuğun biri laleleri koparıyordu. Hatta çektiğim fotoğrafa eli girmiş.”
Oturduğu sandalyede öne doğru eğildi Orhan. “O fotoğraf nerede?”
“Evde.”
“Sonra ne oldu?”
Burası Sedat Amirin odasıydı. Sedat Amir, Orhan, İnci ve Fulya’dan başkası yoktu.
“Bir kız çocuğuydu. Dünkü de, bugünkü de. Ben çocuğa kızarken, Gencay bileğimden tutup beni durdurdu. Kızın yanına giderek, çömeldi. Küçük bir çocuktu. Eli yüzü kir içindeydi. Esmerdi ama sarı saçları vardı. Gencay’a gülümsedi. Gencay da ona fısıldayarak bir şey söyledi. Duymadım. Laleleri aldı elinden. Biri mor, öteki beyazdı. Kızın yardımıyla bileklerine doladı. Sağ bileğine beyazı, sola moru. Güzel bir sesle kıkırdadı çocuk ve Gencay’ı yanağından öpüp gitti.”
“Kimmiş o çocuk, anlattı mı?” diye sordu Sedat Amir.
“Öykü. Dokuz yaşındaymış. Babası, annesini vurmuş. Anne mezara, baba hapse girince Öykü de yurda yerleşmiş. Fotoğrafını çektiği çocuklardan biriymiş, Öykü. Kendi ailesi de tabancayla öldürüldüğü için… Gencay’ın en çok ilgilendiği çocuklardan biriymiş. Onun koruyucu babası olmak istediğini söyledi. O denli seviyormuş Öykü’yü.”
“Bak Fulya,” dedi Sedat Amir. “Anlattığın her şeye inanıyoruz. Ama olay şu ki, Gencay’ın ölümüne o laleler sebep oldu.”
“Ama bu imkansız.”
“Bizde baştan böyle olduğunu sandım. Ama laleler zehirli ve tene temas edince öldürüyor.”
“Ama Öykü o laleleri oradan kopardı. Ne kendisi zehirlemiş olabilir, ne de oradaki laleler zehir…”
“Bir dakika!” diyerek susturdu İnci. “Amirim! Emirgan zehirli olabilir mi?”
Sedat Amir, “Hayır sanmıyorum. Öyle olsaydı şuana kadar bir hayli ölü sayımız olurdu,” dedikten sonra, Orhan Fulya’ya dönüp dün olanları ve Gencay’ın bu şekilde ölen sekizinci kişi olduğunu anlattı.
“Ama çiçekler masumdur Orhan,” dedi Fulya. “Onlar insanları öldürmez. İnsanlar çiçekleri öldürür.”
“Çünkü katilimiz çiçeklerin DNA’sına zehir karıştırıyor.”
Pamir’in taktığı kelepçeleri, Sedat Amir herkesin içinde çıkarıp yere atmıştı. Bileklerine baktı Fulya, acıyla ovuşturdu.
“Çiçekler konuşur ve her çiçeğin bir hikayesi vardır. Sedat Amca, buna hakkım yok ama bir şey isteyebilir miyim?”
“Seni dinliyorum.”
“Öncelikle bir şey bilmek istiyorum.” Sessizce Fulya’ya baktılar. “Arcan Ulus, arkadaşımdı. O da mı bu şekilde öldü? Lalelerle?”
Sakince başını salladı Sedat Amir.
İç çekti Fulya. “Beni de soruşturmanın içine alır mısınız?”
Sedat Amir sessizce düşündü.
“Kocamın bana olan aşkını yok eden, beni katil sanmasına sebep olan soruşturmayı ben çözmek istiyorum. Çiçeklerin dilini iyi bilirim. Bir çiçek, silah olarak kullanılıyorsa, mutlaka arkasında bıraktığı bir şifresi vardır. Siz bana baştan beri ölenleri ve Pamir’i yok eden şeyleri anlatın. Ben de size çiçeklerin dilini tercüme edeyim.”
Döndü dolaştı yine Eyüp’e geldi, Pamir. Bu kez daha önce geldiği bir yere. Derin bir nefes alıp zile bastı. Omuzlarına kadar gergin olduğunu hissediyordu. Megafondan ses gelmeden kapı açıldı. Gözlerini yumarak yutkundu. Ağır adımlarla merdivenleri çıktı.
Üçüncü kata yaklaştığında ince bir sesin, “Kimsiniz?” diye seslendiğini duydu.
Kendini tanıtırken, başını kaldırıp, kapının eşiğinde duran kadına baktı. “Oğlunuzla konuşmak için geldim.” Son basamağı da çıkıp, kadının karşısında durdu. “Asım evde mi?”
Burası Rıhtım ailesinin eviydi. Üçüncü kurban Sara Rıhtım’ın ailesinin evi.
Asım’ın odasının kapısını hafifçe tıklattı Pamir. Arkasında bekleyen kadın nazikçe öksürdü, “Sizi duymaz, kapıyı açın ve omzuna dokunun,” deyip devam etti. “O hep radyo dinliyor, kulağında kulaklık vardır.”
“Eşiniz nerede Firuze Hanım?”
“Çalışıyor,” deyip hızlıca odayı işaret ederek. “Bir şey mi yapmış?” diye sordu.
“Hayır hayır, endişelenmeyin.”
“Ben mutfaktayım. Bir şeye ihtiyacınız olursa seslenirsiniz.”
Kadın mutfağa gidince, Pamir de Asım’ın odasına girdi. Çekyattan dönme bir yatak; kapağı olmayan, raflarının çoğu kırık bir dolaptan başka şey yoktu odada. Asım yatağına yüz üstü uzanmış, annesinin söylediği gibi kulağına kulaklık takmıştı. Kapıda durup öylece Asım’a baktı.
Kulağındaki kulaklığı çıkarıp, yatağın üstüne gözleri pörtlemiş halde oturdu Asım. “Sen o Başkomiser değil misin? Ne işin var burada?”
“Konuşmaya geldim.”
“Ne konuşacakmışız?” diye sorarken ayağa kalktı Asım, Başkomiserleri güçlü bilirdi, oysa şimdi karşısında duran bu Başkomiser yıkılacakmış gibi duruyordu. Şaşkındı. Pamir’in gözlerine baktı ve dudaklarını birbirine bastırdı. Bu Başkomiser olacak adamda bir gariplik vardı. Gözlerinde şeffaf halkalar ve siyahında belirsiz bir kahvelik. Tuhaf bir adamdı bu! Daha önce hiçbir Başkomiserin böyle baktığını görmemişti. Ettiği kavgalar yüzünden birkaç kez karakolluk olmuştu. Polisleri iyi tanıyorum diye geçinirdi. Oysa şimdi hiçte tanımadığını görüyordu. Usulca geçti Pamir’in yanından. Odasının kapısını kapatıp yatağına geri döndü. “Gel otur.”
Asım’ın gösterdiği yatağa oturdu Pamir. “Biliyor musun Asım, ailen haklıydı.”
“Hangi konuda?”
“Yurda kardeşini verme konusunda.”
Sessizce omuz silkti Asım.
“Çünkü sen büyümüştün Asım. Unutmayacak kadar büyümüş. Unutsan bile geri hatırlayacak kadar kocamandın. Seni bırakamazlardı. Zira, en fazla otuz bir yıl sonra tüm hayatın tepetaklak olurdu. Gözlerine annen gelirdi, babanın kalbine dokunduğunu hissederdin.. En çokta kardeşini isterdin. Ama terk edildiğin için, hatırladığın için, unutup da geri döndüğü için anıların; kendinden bile nefret ederdin. Üstelik bir kere terk edilen bir adam, her daim yalnızlığa mahkum olur. Kimi sevse hep terk edilir. Bazen ölüm alır, bazen ihanet. Sonuçta terk edilen adamlar yalnızdır. Derler ya, kadın ve adam eşit değil, adamlar daha güçlü diye. Eşit olmadığımız kesin ama güçlü olan taraf varsa, bu biz değiliz. Güç kadındadır. Bunu nasıl anlamıyorlar bilemiyorum. Kadının doğum yapabilmesi bile gücün simgesi değil midir? Kadınlar güçlüdür Asım. Kadınlar, terk edilse bile güçlüdür. Onlar ne yapması gerektiğini bilir. Evlat kaybeden bir kadın, başka bir evlatla yerini doldurabiliyorsa, gerisini sorgulamasınlar.”
“Ailen seni terk mi etti?”
“Evet Asım. Ailem beni terk etti.”
“Senin ailen de, benim ailem gibi birinizi mi seçmek zorunda kaldı?”
“Bir tercih yaptıkları doğru, evet.”
“Peki hiç düşünmedin mi, seni değil de kardeşini bıraksalardı? O korkmaz mıydı evinden uzakta?”
“Geceleri korkuyor olabilir ama Sara’nın senin gibi bir abisi vardı. Sen kardeşini bırakacak mıydın? Sık sık gidip, onunla olmayacak mıydın? Yurda konan bir çocuk eve gelip abisini ya da kardeşini göremez ki. Anca evdekinin yurda gitmesi gerekir. Kız kardeşin gelemezdi ama sen gidebilirdin.”
“Ama yurtlar kötü değil mi? Orda onlara kötü davranmıyorlar mı? Kardeşim dayanamazdı, ben dayanabilirdim. Dövmelerine de, işkencelerine de…”
“Yurtlar da işkence mi yapıyorlarmış?”
Elinin tersiyle gözlerini silip başını salladı. “Yapıyorlar tabi!”
“Bana yapmadılar. Bana kimse, annemin ve karımın yaptığını yapmadı.”
“Karında mı seni terk etti?”
“Dedim ya, bir kere terk edilen adamlar hep terk edilir.”
“Ama hala yüzüğünü takıyorsun?”
Sağ elini yüzüğünün üstüne koydu Pamir. “Sen söyle bakalım, bunları nerden öğrendin? Hangi yurtta dövüp işkence ediyorlarmış?”
Omuz silkti Asım. “Hepsinde.”
“Allah Allah! Kim söyledi bunu?”
Kulaklığının takılı olduğu küçük el tipi radyoyu gösterdi. “Pusat Ilgaz.”
Kaşlarını çattı Pamir. “O da kim?”
“Radyocu.”
“Yurtta mı büyümüş?”
“Evet. Hem de çok dövülmüş, çok işkence etmişler ona.”
“Her yurt onun anlattığı gibi değildir.”
Umursamaz bir tavırla omuz silkti Asım. Bu sırada Pamir’in telefonu çaldı. Elini isteksizce cebine sokup telefonunu çıkardı. Ekranda bilmediği bir numara vardı. Telefonu açıp kulağına götürdü.
Hattın öbür ucundan tanıdığı bir ses yankılandı. “Yardımına ihtiyacım var,” diye. “Beni öldürecek.”
Pamir sesi tanımış olsa da bir türlü kim olduğunu çıkaramadı. “Kimsiniz?” diye sordu.
“Ercan. – Ercan Ulus.”