11 Mart 2016 / Cumartesi
Başkomiser Pamir Dinçer ve ekibi zafer kazanmıştı. Kelepçeyi zanlının bileğine takmış ve emniyete getirmişti. Şimdi sorgusu alınacak, tüm merak ettikleri soruları soracaklardı. Zanlı, on bir gündür Pamir ve ekibiyle nasıl oynadığını ballandıra ballandıra anlatırken; Pamir kendisini zor tutacak, ölen çocukların hesabını kendi elleriyle vermemek için direnecekti. Keşke böyle katillerin hesabını polis ve halk verseydi, o zaman belki çocuk katillerinin nesli tükenebilirdi.
Orhan ve Mithat, Ahsena’yı sorgu odasına götürdüler. Begüm ve Başar, Sedat Amirin yanına girdi. Pamir’se soluğu İnci’nin yanında aldı, tek cümle söyleyip sorgu odasına geçeceğini düşündüğü için durmamıştı. Yürürken seslendi: “Ölen dokuz kişinin adını liste yap ve sorgu odasına getir.”
“On kişi, Başkomiserim,” deyince İnci, aniden durdu Pamir. Dönüp İnci’ye baktı. “Bildiniz, Salim ölmüş.” Soru dolu bakışlarla bakınca Pamir, devam etti İnci. “Sağ bileğinde beyaz, sol bileğinde sarı lale varmış. Cesedini iki saat önce buldular. Pervin’in çalıştığı yurdun bahçesinde. Üstünde küçük bir not varmış.” Bir an duraksayıp devam etti. “Gerçek adım: Zekai Naim’dir.”
“Armağan Ulus gibi öyle mi?” diye mırıldandı Pamir.
“Benziyor Başkomiserim. Sorarsanız diye araştırdım. Zekai, Naim Galeri Şirketinin küçükken kaçırılan oğluymuş. Aile yıllarca aramış ama izine rastlayamamış. Anne üzüntüye dayanamamış, yüz felci olmuş. Baba tüm mal varlığını satmış. Aslen Mardinliler ve oğullarının töre yüzünden kaçırılıp öldürüldüğüne inanmışlar. Bu yüzden her şeyi satıp Ege’de bir köye yerleşmişler. Galericilikten hayvancılığa uzanan bir hikaye. Babayla konuştum, adam hayatının ikinci kaybını yaşadı. Öldü sandıkları oğlunun ölüm haberi onları yeniden yıktı. Oğlunun cenazesini almak için geliyor.
Size sormadan Sarıyer Kız Yetiştirme Yurduna bir ekip gönderdim. Salim’i morga aldılar. Babadan da sözle izin aldım, otopsiyi başlattım. İstediğiniz listeye onu da ekleyeyim mi?”
Pamir koca bir iç çekip eklemesini söyledikten sonra, “Başka bilmem gereken bir şey var mı?” diye sordu.
İnci başını evet şeklinde salladı. “Odanızda bir misafiriniz var.”
Pamir şaşırarak kim olduğunu sordu. Gelen kişi adını vermemişti. Yaşlı bir adamdı. Koridorda bekleyeceğine onu Pamir’in odasına almıştı.
Pamir bir kez daha iç çekti. “Adını ve numarasını bıraksın ya da sonra gelsin. Şimdi o sorguda olmak zorundayım. Başka hiçbir şeyle uğraşmak istemiyorum,” dedikten sonra sorgu odasının yolunu tuttu.
Yoğun bir baş dönmesiyle açtı gözlerini, Fulya. Yataktan kalkamayacak kadar çok dönüyordu başı. Gözlerini kapatıp yeniden uykuya dalmayı denedi ama başarılı olamadı. Üstelik baş dönmesi, midesini etkilemişti. Pamir’e ihtiyacı vardı, telefonu bile uzaktaydı. Duvardaki saate baktı: “09.15” Kim bilir Pamir kaçta çıkıp gitmişti.
Kendini toparladı ve yataktan kalktı. Çok değil, yarım saat sonra balkon kapısının önüne yığıldı.
“Avukat talebinde bulunacak mısın? Yoksa anlatmaya başlayacak mısın?” diye soruyordu ki Orhan, Pamir girdi içeri. Ellerini masaya koydu ve doğruca kadının gözlerine baktı.
“Anlat!” diye kükredi. “Önce Sara’dan başla. Ne istedin o küçücük çocuktan!”
Ahsena da doğruca Pamir’e bakıyordu ama Orhan’a cevap verdi. “Teşekkür ederim Memur Bey, avukata ihtiyacım yok.”
Bu andan itibaren anlatıcınız olarak geri çekiliyorum. Sorgu odasının duvarlarını inleten o konuşmayla sizi baş başa bırakıyorum.
“Seni bu saatten sonra, dünyanın en iyi avukatı bile kurtaramaz zaten.”
“O kadar emin olmayın, Pamir Bey. En geç akşama, elimi kolumu sallayarak çıkar gidersem, pişman olursunuz.”
“Öyle bir şey olmayacak.”
“Bir deliliniz var mı? Beni hangi kanıtlara dayanarak tutukladınız? Kardeşime götürdüğüm laleler yüzünden mi?”
“Demek kardeşinizi terk ettiniz?”
“Bu uzun ve karışık bir hikaye.”
“Vaktimiz var. Anlatın, neden kardeşiniz bir yetiştirme yurdundaydı. Bakın, dikkat edin, kimsesizler yurdu demedim. Ablası varmış ya, kimsesiz olamaz, değil mi?”
“Bu sizi ilgilendirmez.”
“Kardeşinizin olduğu yurdun etrafına ve içine ekiplerimizi yerleştirdik. Eminim, ablasının katil olduğundan haberi yoktur. Düşünsene: Kardeşin, ablasının kendisi gibi yurtta yaşayanları öldürdüğünü öğreniyor. Ne düşünürdü? Sence, senden nefret eder miydi? Bence ederdi.”
“Beni tehdit mi ediyorsunuz?”
“Adına ne koyarsanız.” Doğruldu Pamir, Orhan ve Mithat’a baktı. “Siz çıkın,” dedikten sonra sorgu odasının görünmez camına döndü
Sedat Amir, Başar ve Begüm vardı içeride. Şimdi Orhan ve Mithat’ta onlara katılmıştı.
Pamir, “Kamerayı kapatın,” dedi, ciddiyetine gaddarlık katarak. Ardından gömleğinin kol düğmelerini açtı. Bakışları sert, duruşu dikti. Kollarını kıvırırken kaşlarını çattı.
“Kadın olduğun için sana acımayacağım. Sizin gibilere acıdığımız için çocuk katillerini tepemize çıkardık! Şimdi sesini çıkarmadan beni dinliyorsun.
Sara sadece dört yaşındaydı. Toprağın altında değil, oyun parkında olması gereken bir yaş bu. Işıkhan on yaşındaydı. Şuan tabutta değil, okulda olmalıydı. Sadece bu ikisi için bile seni alamazlar elimden. Benim şakam yoktur, Ahsena Hanım! Ben espri yapmam, ben dalga geçmem, ben laubali olmam. Neden biliyor musun?
Ben de onlar gibiydim. Ben de terk edilmiş, ben de bir başımaydım. Bizim gibiler için, hayat büyüyünce değil, terk edilince başlar. Bu yüzden bizler ciddiyetimizi asla bozamayız.
O dört yaşındaki Sara vardı ya, terk edildiği gün büyüdü! Bizler sizin gibi zengin evlerde büyüyüp, çocuk kalamıyoruz maalesef. Annem elimden tutup yurda götürdüğünde, ben de Masum gibi yedi yaşındaydım.
Kardeşinin adı Masum, öyle değil mi? Sen onu görmeye gidince boş durmadım. Çünkü terk edilince boş vaktin olmuyor. Boş vakit ne, onu bile bilmiyorsun.
Masum yedi yaşında annesi tarafından yurda bırakıldı. Şimdi dokuz yaşında. Esmer, siyah gözlü, minyon bir çocuk. Sana benzemiyor, baban Serhat Seyisoğlu’na da benzemiyor. Babanın gayri meşru çocuğu olamaz. Annen de iki sene önce çocuk bırakamayacağına göre, onun da gayri meşru çocuğu olamaz. Peki öyleyse, bu Masum nereden kardeşin oluyor? Yoksa sen misin evlatlık olan? Serhat Beyin öz kızı değil misin? Bu yüzden mi soyadını değiştirdin? Sana soracak çok sorum var. İstersen bir an önce cevaplamaya başla. Yoksa haftalarca burada baş başa kalırız. Ve benimle baş başa kalmak, kolay değildir.”
Tepeden tırnağa süzdü onu, Pamir. Birden gözüne bir şey çarptı. “Nişanlının adı ne?” diye sordu.
“Ne nişanlısı, nişanlı falan değilim!” kadının verdiği tepki, tam da Pamir’in görmeyi umduğu tepkiydi.
“Ne zaman terk etti seni?”
“Nişanlandığımı da nereden çıkardınız!”
Pamir gözünün ucuyla, masada duran elini işaret etti. “Sağ parmağındaki alyans yok.”
“Nişanlı olmadığım için olabilir mi?”
“Ayrıldığın için olabilir mi?”
Aniden ayağa kalktı kadın. “Nişanlanmadım diyorum!”
“Otur yerine! Ve bir daha sesini yükseltme! Burası at çiftliğine benzemez!”
Yavaşça sandalyeye geri oturdu Ahsena. Gözlerinden alev çıkıyor, vücudu titriyordu. Pamir, “En fazla iki gündür yok yüzüğün. Hala izi duruyor parmağında,” der demez, sol elini sağ elinin üstüne kapattı kadın. Ellerini masaya koyarak eğildi Pamir, Ahsena’nın üstüne. “Masum’un annesi sen misin?”
“Hayır!” diye bağırdı kadın.
“Nişanlına ne oldu?”
Ahsena mümkün olduğunca kaçırdı gözlerini. “Ayrıldık.”
“Ne zaman?”
“Birkaç gün önce.”
“Hala yalan söylüyorsun.”
“Söylemiyorum! Ayrıldık diyorum!”
“Az evvel hiç nişanlanmadığını söylüyordun.”
“Onu unutmaya çalışıyorum. Hatırlamak istemiyorum.”
“Adı neydi?”
“Unutmaya çalışıyorum dedim ya!”
“Ama şuan aklında ve ben bilmek istiyorum.”
“Hatırlamıyorum.”
“Adı neydi dedim!”
“Hasan.”
Ahsena neden nişanlısını saklıyordu? Çok gerilmiş ve korkmuştu. Terliyor ve yalan söylüyordu. Pamir bu odadan gerçekleri öğrenmeden çıkmayacaktı.
“Yapma ya? Dalga mı geçiyorsun benle!” Doğruldu. “Oyun bitti kızım! Daha ne diye cebelleşiyorsun! Adam akıllı anlat, kurtul benden! Ne istiyorsun, her şeyi anlatana kadar döveyim mi? Kadına el kaldıran bir Başkomiser mi olayım!” tekrardan ama bu sefer sertçe koydu ellerini. “Çocuklar yaşayacaksa olurum!”
“Neden nişanlımı ve kardeşimi karıştırıyorsun?”
“Eski nişanlın olduğunu sanıyordum!”
“Eski zaten! Ayrıldık bitti. Size ne bunlardan!”
Hışımla doğruldu Pamir, Ahsena’yla arasındaki masayı tek elle yere devirip itti. Aynı saniye içinde kadını kolundan tuttuğu gibi kaldırdı. Öyle sıkı tuttu ki kolunu, bıraktığında morarmış olacaktı.
“Başla anlatmaya! Neden laleleri zehirledin?”
Burnunu içine çekti kadın, “Ben…” dedi ve ağlamaya başladı. Tam o sırada sorgu odasının kapısı açıldı. Sedat Amir gür sesi kapının eşiğinden yankılandı. Pamir’i çağırıyordu.
Kadının kolunu bırakmadan ve gözlerini kadından çekmeden konuştu. “Sırası değil, Amirim.”
Fakat, “Katil, Ahsena değilmiş,” deyince Sedat Amir, birden bırakıverdi Pamir, kadının kolunu.
Vücuduna elektrikle şok verilmiş gibi olmuştu. Kadına dönüp bakmadan yürüdü. Pamir kapıdan çıkarken, Ahsena hıçkırıklar içinde yere düştü.