CİNAYET TOHUMU / Bölüm 7

BÖLÜM 7

  Pamir’in çalan telefonuyla açtı gözlerini Fulya. Terlemişti, mart ayında sıcaktan bunalmıştı. Kocasının kolları arasındaydı. Ne ara uyuyakalmıştı, ne ara Pamir odaya girmişti, hatırlayamıyordu. Şaşkınlıkla baktı kocasının yüzüne. Gözleri kapalıydı Pamir’in ama dudakları kulağına doğru kıvrıldı. Gevşeyen kolunu düzeltip, Fulya’yı kendine çekti. Gözkapaklarını aralayıp, burnundan öptü karısını. “Seni seviyorum,” diye mırıldandı. Pamir geçmişinde kaybolmamak için çaresizce çırpınıyordu.

   Başkomiser evden çıktığında telefonuna baktı. Cevapsız aramalara göz atıp, Mithat’tan gelen mesajı açtı.

“Bir ceset daha bulundu, Başkomiserim. Görmek isteyeceğinizi düşündüm. Bu kez maktul bir çocuk.”  

  Çocuk parkının kenarında, bir küme beyaz laleyle süslenmiş toprağa bırakılmıştı, dört yaşındaki Sara’nın bedeni. Sarı bukleleri yüzünü kapatmış, minicik vücudu lalelerin arasında kaybolmuştu. Öteki cesetler gibi vücudunda hiçbir darp belirtisi yoktu. Sanki Sara sadece uyuyordu.

  Parkın hemen önünde, kalabalığı rahatsız edercesine durdu Pamir. Arabayı park etme gereği bile duymadan hızla indi içinden. Onu gören Mithat, kalabalığı yararak geçti.

“Size ulaşmaya çalıştım, Başkomiserim..”

“Benim hatam Mithat,” diyerek onu susturdu. “Olayı anlat?”

 Karşı yoldaki bakkal dükkanını işaret etti Mithat. “Hulusi Bey, bakkal dükkanının sahibi. Her zamanki gibi sabah dükkanı açmış, geceden kalan karton kutuları toplamış,” parkın yanındaki çöp kutusuna baktı. “Çöpe getirmiş. Atmış ve geri dönmüş. Ama bir şey dikkatini çekmiş,” çöplerin biraz ilerisindeki lale kümesini gösterdi. “Malum, lale mevsimi başladı. Ama laleler henüz açmış halde değiller. Buradaki laleler de yeni dikilmiş. Dün açan lale yokmuş. Fakat bu sabah, tüm lalelerin açtığı gözüne çarpmış. Şaşırmış önce. Sonra da lalelere bakmaya gelmiş ve Sara’yı görmüş.” Bir yandan da lalelere doğru yürüyorlardı. “Çocuk dört yaşında, Başkomiserim. Adı Sara, geçen sene annesi tarafından, Eyüp Çocuk Yuvasına bırakılmış.”

 Durdu Pamir, boş bir ifadeyle Mithat’ın yüzüne baktı.

“Bir şey mi oldu, Başkomiserim?”

“Hayır hayır, anlat sen,” diyerek yürümeye devam etti.

“Yuva buraya çok yakın. Çocuklar sık sık bu parka oynamaya gelirmiş. Hulusi Bey, Sara’yı görünce tanımış ve önce bizi, sonra yuvayı aramış.”

 Kalabalığın içinden sessizce geçip, cesedin başına geldiler.

“Yuvanın her hangi bir yetkilisi burada mı?”

“Evet Başkomiserim, müdür yardımcısı burada.”

 Başını sallayarak Sara’nın laleler arasındaki küçük bedenine baktı. Gözü ilk olarak bileklerine gitti. Beklediği şey, tam da oradaydı.

 Eldiven isteyerek çömeldi. Eldivenleri eline geçirip, önünde duran sağ bileği nazikçe elleri arasına aldı. Lale dalına dokunmaksızın, avucunu açmak istedi. Fakat Sara, lalenin tomurcuğunu var gücüyle sıkmıştı. Dikkatle yere bırakıp, öteki eline uzandı. Durum aynıydı.

 Sert tavrını takınarak lalelerin incelenmesi emrini verdi. Sonra da müdür yardımcısının yanına gitmek için ayaklandı.

 Parkın ilerisindeki bankta gözü yaşlı genç bir kadın oturuyordu. Yurdun müdür yardımcısı oydu. Pamir, kadının yanına gidip kendini tanıttı.

“Esma,” diye geveledi kadın. “Esma İlker,” yavaşça elini uzattı ve devam etti. “Eyüp Çocuk Yuvasının Müdür Yardımcısı.”

“Başınız sağ olsun demeliyim sanırım,” diye mırıldandı Pamir.

 Kadın bir anlığına afallayarak, Pamir’in sert çehresine baktı. Ayakta duran bu Başkomiser oldukça ürkütücü göründü. Ayrıca çenesi titriyor, gözü seğiriyordu.

“Yuvadaki her çocuğu severim, başınız sağ olsun demeniz yeterli.” Esma, Başkomiserin kinayesini anlayacak kadar akıllı bir kadındı.

 Pamir’in, “Başınız sağ olsun,” demesine aldırış etmedi, geçiştirircesine başını salladı Esma.

“Sara hakkında her şeyi bilmek istiyorsunuz, öyle değil mi?”

“Sizi yormayacaksam eğer,” diyerek Esma’nın yanına oturdu. “Evet, her şeyi bilmek istiyorum.”

 Oldukça sakin görünüyordu Müdür Yardımcısı. Sanki her sabah bu parkta bir çocuk ölüyordu!

“Geçen yıl Sara’yı annesi getirdi,” diye başladı anlatmaya. “İki çocuklu yoksul bir aile, Rıhtım ailesi. Firuze Hanım, gözyaşları içinde bırakmıştı bebeğini. Kızının adı ve soyadı değişmesin diye yalvardı yakardı ve kimseye evlatlık verilmesini istemedi. Kocası iş bulup hayatlarını yoluna sokunca, onu geri almak istediğini söyledi. İşten atılmıştı o zamanlar Harun Bey. İki çocukları arasında seçim yapmak zorunda kalmışlar. Küçük olanı seçmişler. Ne de olsa hayatın başındaydı, onları unutması kolay olacaktı.” İç çekerek dudaklarını birbirine bastırdı.

Pamir’in, “Daha önce yuvadan bir çocuk cinayete kurban gitti mi?” demesiyle, Esma’nın “Hayır!” diye haykırması bir oldu.

“Esma Hanım, dört yaşındaki bir çocuğun bedeni niçin yuvada değil de yuvanın dışında bir parkta bulunuyor? Dahası, bu yaştaki bir çocuğun tek başına dışarıda ne işi vardı? Hadi bunları bir kenara atarsak, sizlerin Sara’nın yokluğunu fark etmemesi ne demek oluyor?”

 Her şeye verecek cevabı olan Müdür Yardımcısı sustu. Pamir bu sessizliği fırsat bildi, kısık gözlerini Esma’nın üstünden ayırmaksızın ayağa kalktı. “İki arkadaşım yuvaya gelip yetkililerle görüşecek. Siz de, Sara’nın ailesinin adresini onlara vermeyi unutmazsanız, bizi aynı gün içinde bir daha gelmek zorunda bırakmazsınız,” dedi. Başıyla selam verip arkasını dönmüştü ki, Müdür Yardımcısı ağlamaklı bir sesle seslendi.

“Sara öldürüldü mü?”

“Sizce Esma Hanım?” iç çekti. “Sizce dört yaşındaki bir çocuk gecenin bir vakti, ya da her ne vakitse, tek başına yuvadan çıkmış olabilir mi?”

“Yani katil,” gümüş rengi bir damla ansızın yanağına düştü. “Onu yuvadan öldürmek için mi çıkardı?”

“Bilemiyorum Esma Hanım, her şey olabilir,” kadının yüzünden gözünü ayırmıyordu. Kaşlarını çattı ve, “Dahası,” diye devam etti. “Katil herkes olabilir.”

 Anında beti benzi attı kadının. Ne diyeceğini bilemedi. Öylece baktı kaldı.

“İyi günler, Esma Hanım,” diyerek uzaklaştı Pamir. Bu işi seviyordu, ona göre herkes zanlı olabilirdi. Belki de Esma iyi görünerek çocukları kandırıyor, sonra da onları parka getirip, etraf tenhalaşınca öldürüyordu. Ah! Tabi ki böyle olmamıştı. Pamir de, Esma’nın katil olduğunu düşünmüyordu. Sara öldürüldüyse, kesinlikle katili, Pervin’i ve Uysal’ı öldüren kişiydi. Esma’nın bu kadarını yapacağını sanmıyordu. Pamir yalnızca onun içine küçük kurtçuklar bırakmıştı. İşinin en sevdiği yanı buydu: Beslediği kurtları insanların içine salmak.

  Mithat’ın yanına geri döndü ve Orhan’la birlikte yuvaya gitmelerini söyledi. Günün ilerleyen saatinde onlarla Sara’nın ailesinin evinde buluşacaktı. Ama yurda adım atamazdı. Bu dosyada yurtlarla görüşme işini kendisi yapamazdı. Zaten öteki dosya onu yeteri kadar yıpratıyordu.

 Olay yerinden hızla ayrılıp emniyette gitti.  Başar, Pamir’in odasının kapısında elinde bir dosyayla onu bekliyordu. Pamir’i görür görmez,  “Günaydın Başkomiserim,” dedi.

“Gün aymıyor Başar, çocuklar öldükçe gün aymayacak.”

“Duydum Başkomiserim, parkta bir çocuk cesedi bulunmuş.”

 İç çekerek başını salladı Pamir, gözü Başar’ın elindeki dosyaya kaydı. “Nedir o?”

“Rıza Aslanoğlu’nun oğullarının sabıkasını istemiştiniz, Başkomiserim,” diyerek dosyayı uzattı.

Pamir dosyayı alırken, “Nihayet elde tutulur bir şey bulduk yani?” diye geveleyip, “Odama sade bir Türk kahvesi yollasana,” diyerek odasına girdi.

 Yorgun hissediyordu kendini, kahvenin bile bu yorgunluğun üstesinden geleceğine inanmıyordu. Üstelik bu hayatta tutunduğu tek kadına karşı hisleri usulca soluyordu. Buna engel olmaya çalıştıkça eline yüzüne bulaştıracağını hissediyordu. Fulya’yı seviyor ve kaybetmek istemiyordu, öyleyse hislerine ne oluyordu?

  Masasında onu bekleyen bir dosya daha vardı. İsa bırakmıştı. Yirmi yıl önce yapılan genel ev baskısının detaylı raporuydu. Elindeki dosyayı masaya bıraktığı gibi sandalyesine yerleşti ve öteki dosyayı önüne çekti.

 Hızla geçti sayfaları. Ta ki, birini ısıracakmışçasına bakan o kadın karşısına çıkana dek. Birden durdu. Fotoğrafa yaklaştı. Bir kez daha beyninin uyuştuğunu hissetti. Bu kadın, neden Pamir’in üstünde bu denli bir etki gösteriyordu?

 Hızla yazıları inceledi. Sorguda tek kelime etmemişti.

 Pamir’in kalbi masasına çarpıyor, beyni daha fazla uyuşuyordu.

 Yavaşça kapı tıklandı, öteki sayfayı açtı. Başar elinde kahve fincanıyla içeri girdi. Fincanı masaya bırakırken göz ucuyla Pamir’i inceledi. “Siz iyi misiniz, Başkomiserim?” diye sormadan edemedi.

 Sakince başını salladı Pamir. “Kahveyi niye sen getirdin?”

“Kimse yoktu.”

 Kafasını gayri ihtiyari tekrar salladı. Gözlerini yumup bir nefes aldı. Önce İnci’yi sonra Begüm’ü sordu. İnci’nin gece ateşi çıkmış ve sabah izin almıştı. Evindeydi. Pamir, İnci’den yurtların birbiriyle bağlantısı olup olmadığını araştırmasını isteyecekti. Tamam, yarın isterdi. İnci için bir gün dinlenmek yeterli olurdu.

 Begüm emniyetteydi. Pamir, Başar’dan Begüm’le birlikte, Pervin’in ve Uysal’ın çalıştığı yurtlara gitmesini istedi. Talimatları verdi ve Başar’ı başından yollayınca önündeki dosyalara bakmaya devam etti.

  Genel evi işleten yaşlı bir kadındı. Onun fotoğrafına bakınca tiksindi. Bir yaşlıya göre fazla çirkin ve korkunçtu. Üstelik seksene merdiveni dayamıştı. “Yaşlı bir kadın, gencecik kızlardan ne ister?” diye düşünmeden edemedi.

 Dosyada, kaçırıp zorla hayat kadınlığı yaptırılan genç kızlar da vardı. Bu yüzden yaşlı kadın müebbet yemiş, hapiste öldürülmüştü.

 Kaçırılan genç kızlar ailelerine teslim edilirken, Peri gibi gönüllü olanlar içeri girmişti. Yaşlı kadına sorgu sırası Peri sorulunca, sesli bir kahkaha atmış ve onunla baş edemeyeceklerini söylemişti. Hakikaten de Peri’yle baş edememişlerdi. Üç ay sonra, hakim salıvermişti. Oysa üç yıl hapis cezası almıştı.

 Kafası karıştı Pamir’in, üç yılın nasıl üç aya indiğini düşündü. Öteki hayat kadınlarının cezalarına baktı. Peri gibi hakim affıyla çıkan olmamıştı.

  Pamir, Peri’nin son mahkemesinin raporunu istedi. Bu kadın her kimse, Pamir’i değiştiriyordu.

 Raporun gelmesini beklerken öteki dosyayı açtı.

 Varol Aslanoğlu, Rıza’nın büyük oğluydu. Otuz yedi yaşında, iri bir adamdı. Yarı kel sayılırdı. Kirli sakallı fotoğrafına baktığında yüzünü buruşturdu, Pamir. Gözlerindeki öfkeyi hemen gördü. Tam dokuz kere içeri girip çıkmıştı. Her seferinde iyi hal indirimiyle çıkıyor ama yine girmekten sıkılmıyordu. Kavga, adam yaralama, ortamda rezalet çıkarma, öldürmeye teşebbüs ve dahası… Gerçi beş yıldır uslu durmuştu Varol. Hiçbir yerde adı yoktu.

 Fehmi Aslanoğlu, Rıza’nın ortanca oğluydu. Otuz bir yaşında. Neredeyse kemikleri sayılacak kadar zayıf, gözaltları mor ve solgun. Her türlü uyuşturucu madde kullanmak ve satmaktan sabıkalı.

 İhsan Aslanoğlu, yirmi yedi yaşında, Rıza’nın en küçük oğluydu. Geçen yıl, nişanlısını darp ettiği suçuyla tutuklanmış. İçerde fazla kalmadan, suçlama geri çekilmiş ve ilk mahkemede salınmıştı.

 Dosyayı sertçe kapattı Pamir. Tam öfkeyle ayağa fırlayacaktı ki kapısı tıklandı. Gelen polis memuru, Pamir’in istediği raporun yarın sabahtan önce eline ulaşmayacağını söyledikten sonra gitti.

 Kapı kapanırken elini çenesine koydu. Sakalı ilk defa kaşındırmıştı. Tırnaklarını etine geçirerek kaşıdı. Ardından uzanıp öteki dosyayı açtı, Peri’nin fotoğrafını. Gözleri ansızın dikiş izinde donup kaldı. Terlemeye başladı. Başı döndü, ayakta olsa kesinlikle düşerdi. Yumruğunu sıkıp masaya vurdu. Hatırlamak istemiyordu… Engel olamadı…

  Karanlık, ağlıyorum, hiçbir şey göremiyorum. Sesimi duyuyorum. Hıçkırarak ağlıyorum. Adeta ciğerim sökülüyor. İçim yanıyor, parçalanıyorum.

Tutamıyorum çığlığımı. Ağlamamak için var gücümle bağırıyorum.

“YAPMA!” deyip derin bir çığlık koyuveriyorum. Fakat aniden donuyor çığlığım, tokat yanağımda patlıyor. Göremiyorum. Karanlık bir boşluktayım. Bana kim tokat atıyor, neden ağlıyorum…

 Tokat sesiyle susuyorum. Ama bu sefer başka bir ses çınlıyor karanlıkta. Bir kadın sesi, yüreğinden haykırıyor. “Hayır,” diyor. “Dokunma” diyerekten hıçkırıyor.

 Bir tokat sesi daha, bu kez acıyan yanağım değil. Tokat öteki yanağıma atılıyor ama benim canım yanmıyor. Belli ki kadının canı daha çok yanıyor. “Ona vurma!” diye inliyor.

Ayak sesleri işitiyorum şimdi de. Üç adımdan sonra uzaklaşıyor ses ve birden çok yakına geliyor. Adeta tepemize yıldırım düşüyor. Öyle şiddetli bir gürültü. Evleri, ağaçları sarsarak yerle bir edercesine.

 Kadın sesinin inlediğini duyuyorum, dili yok oldu da, sadece inleyebiliyor sanki. Bakmak istiyorum, gözlerimi defalarca kapatıp açıyorum ama ışık bir türlü olduğum yere gelmiyor. Göremiyorum. Karanlıktayım.

Ellerimi yüzüme kapatıyorum, o an ellerimin minicik olduğunu fark ediyorum.

Ben küçük bir çocuğum.

Ağlamaya devam ediyorum. Bir anlığına sessizlik oluyor.

  Sonrasında loş bir ışık ellerimi aydınlatıyor, hakikaten küçük iki el var gözlerimin önünde. Yavaşça çekiyorum ellerimi. En fazla 25 numara, yırtık bir ayakkabı var ayağımda. Mavi kirli bir pantolon. Kana bulanmış beyaz bir tişört. En fazla altı yaşındayım.

Şaşkınca kendime bakmayı bırakıp başımı kaldırıyorum. Tam karşımda bir kadın oturuyor. Yüzü bulanık, seçemiyorum. Ne göz rengini, ne tenini. Ama elleri alnında, kan akıyor dudağına. Bir ip sallanıyor elinden.

“Napıyorsun!” diye çığlık atıyorum.

 Kaldırıp yüzünü bana bakıyor, gülümsüyor, dişleri kan içinde.

 Yüzünü seçemiyorum ama kan çok net.

Yalpalayarak ayağa kalkıyorum. Koşup sarılıyorum ona. Ellerini çekiyor alnından. Sarılıyor. O kadar güzel bir kokusu var ki, çiçekler yanında halt etmiş.

Geri çekildiğimde yüzündeki acıyı görüyorum. Alnından sarkan ipi. İpin ucundaki iğneyi ve iğnenin alnında oluşunu. Dehşetle sıçrayıp, birkaç adım geri gidiyorum.

“Korkma,” diye fısıldıyor bana. “İyi olacağız,” diyor ve yeniden karanlık kaplıyor.

Kadının yüzünü seçemedim, kim olduğunu bilemedim ama kadın çok güzeldi.

  Gürültüyle itti sandalyesini Pamir Başkomiser. Tüyleri diken diken olmuştu. Olan biteni kontrol edemiyordu. Elinin yumruğunu çözmedi, ceketini de almadı. Sadece arabanın anahtarını aldı ve hızla emniyetten çıktı. 

1 Comment

  1. Kübra says:

    Yine harika bir bölüm. Daha da artan bir merakla yeni bölümü bekliyorum.

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın: