“Mutluluk & Mutsuzluk Denizi”
Bazı rüyalardan uyanmak ve hayat akışına dönmek çok zoruna gidiyordu Eylül’ün. O rüyanın içinde kalamaz mıydı sanki.. Ya da biraz daha uzun olamazlar mıydı…
Gözlerini tavana dikip ağladı. Bir kâbus görmemişti, kötü hiçbir şey yoktu. Aksine rüyası o kadar güzeldi ki, uyandığı için ağlıyordu.
Pandemiden önce, Almanya’ya geldikten birkaç ay sonra teyzesi ölmüştü. Her ölüm, Eylül’ün yapraklarından birini daha solduruyordu; tıpkı sonbahar gibi…
Rüyasında ölen teyzesini görmüştü. Teyzesi o kadar mutluydu ki… Onun mutluluğunda kaybolmak ve rüyanın içinden dönmemek istemişti.
Bir bebek vardı, teyzesinin kucağında. Cinsiyetini hatırlamıyordu Eylül. Teyzesi uyuyan bebeği Eylül’e veriyor ve, “Öyle mutluyum ki Eylül, artık hiçbir şey beni üzemez,” diye fısıldıyordu.
Bebek uyumuştu. Eylül onu içeriye yatırıp geliyor ve teyzenin elini tutarak yanına oturuyordu. Onunla konuşmayı, anlattıklarını dinlemeyi her zaman çok sevmişti. Biraz daha rüyasının içinde kalamaz mıydı sanki…
Teyzesi, Eylül’ün hayatındaki belki de en güçlü kadındı. Anneannesinden bile daha güçlüydü. Eşsiz bir kadındı ve bir daha dünyaya onun gibisi gelmeyecekti.
Gün içinde rüyasını annesine anlattı. Ablasının mutluluğunu bilmeye hakkı olduğunu düşünmüştü. Çünkü Eylül biliyordu, teyzesi gittiği yerde mutluydu.
Teyzesinin bir oğlu vardı. Onun da Eylül’ün yaşına yakın bir kızı ve küçük bir oğlu olmuştu. Zaten Eylül’ün yaşı, kuzenlerinden ziyade onların çocuklarına yakındı.
Annesi rüyasını dinledikten sonra teyzesinin kız torununu istemeye geleceklerini söyledi. Bu haber telefonu kapattığında Eylül’ün daha çok ağlamasına sebep olacaktı. Çünkü teyzesinin bu hayattan istediği tek şey, torunlarının mutlu evlilikler yapması ve ailesinin bir arada kalmasıydı.
Az önce postacı gelmiş ve Mehtap’ın okuduğunda donup kalacağı zarfı vermişti. Mahkeme haftaya boşanabileceklerini bildiriyordu. O gün gerçekten gelmiş miydi? Nihayet kurtulabilecek miydi? Elleri o kadar çok titriyordu ki kâğıdı düşürdü.
Erman son iki haftadır işe gidiyordu. O yüzden gündüz işkencesi bitmişti. Ama geceleri… Canı her istediğinde Mehtap’ı kızının odasından sürükleyerek yatağa getiriyordu.
Hızla kâğıdı yerden aldı. Sonunda bitiyordu. Erman onun kocası olmayacak, canı her istediğinde ona tecavüz edemeyecekti. Bitmişti.
Kâğıdı göğsüne bastırarak gülümsedi. Bu hafta annesine taşınmalıydı. Mantıklı olan, mahkemeye annesinden gitmekti. Mahkemeden sonra eve dönüp toparlanmak saçma olurdu.
Ayaklanıp telefonunu buldu. Annesine haber vermeli ve sonra hemen eşyalarını toplamaya başlamalıydı.
Annesi telefonu açtığında sesi uykuluydu.
“Seni uyandırdım mı?” diye sordu Mehtap saate bakarak.
“Evet,” diye homurdandı annesi.
Saat akşamüstü dört olmuştu. Pandemi sebebiyle duran işlerin, eleman eksiltmesine kurban gitmişti annesi. Bu yüzden bir aydır işsizdi. Hâlbuki hayatı boyunca çalışmış ve güne sabahın köründe başlayıp, yorgun bitirmişti. Kaç yıldır çalıştığını hesap bile edemiyordu. Bedeni o kadar yorgundu ki işten çıkarıldığından beri sürekli uyuyordu. Ama yine de dinlendiğini hissedemiyordu.
“İstersen kapatabilirim, sonra konuşuruz.”
“Hayır, kalksam iyi olacak. Söyle sen, bir şey mi oldu?”
“Hı hı,” yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. “Az önce mahkemenden kâğıt geldi, davamız haftaya. Bitti anne, eve dönüyorum!” O kadar mutluydu ki annesinin dehşetle iç çektiğini duyamamıştı. Ancak annesi sessiz kalınca bir şeylerin yolunda olmadığını anladı. “Eşyalarımı toparlamaya başlayacağım. Akşam Erman’la konuşurum. Yarın da sana taşınmaya başlarım. Zaten biliyorsun sadece çamaşır ve bulaşık makinesini getiriyorum. Birkaç da valiz kıyafet, o kadarcık.”
“Mehtap,” diyerek susturdu annesi. “Gelme,” dediğinde buz kesti, yanlış duyduğunu sanıp geveledi. Ama annesi daha anlaşılır bir şekilde, “Kocandan boşanma,” dedi.
“Ne diyorsun anne sen?”
“Corona illeti bitmeden olmaz, Mehtap. Evde yer yok. Artık ben de maaş alamıyorum. Abinin çalıştığıyla kıt kanaat geçiniyoruz. Ahu’yla bu evde nasıl yaşamayı düşünüyorsun?”
Yüreğine koca bir taş düştü Mehtap’ın.
“Salonda kızımla yatarım, oda istemiyorum ki. Huzur istiyorum.”
“Anlamıyor musun? Bir buçuk yaşındaki çocuğa bakacak kadar bir para girmiyor eve. Sen de çocuğunu bırakıp çalışamayacağına göre.. Hoş, bu işsizlikte iş bulmak da ayrı ya! Abinin maaşı dört büyük insan bir de çocuğu doyurmaya yetmez. Kiramız da arttı zaten…”
“Tamam anne,” diyerek susturdu Mehtap. “Demek istediğini anladım.” Telefonu kapatırken sırtını duvara yaslayarak yere çöktü. Annesi, bu duvar kadar bile durmamıştı ardında. Gerçi o da kendince haklıydı. Annesine hak vermek daha çok canını yakmıştı.
Az önceki mutluluk koca bir mutsuzluk denizine dönüştü. Saatlerce, çöktüğü duvarın önünde ağladı.
Eylül’ün telefonu çaldığında akşam yemeğini topluyordu. Elini havluya silip telefonu kulağıyla omzu arasına sıkıştırdı. Daha alo bile diyemeden, “Bana üç neden söyle,” dedi Mehtap’ın titreyen sesi.
“Ne için üç neden istiyorsun ve neden sesin berbat geliyor?”
“Boşanmaktan vazgeçmemem için üç neden istiyorum. Diğer sorunu sonra cevaplayacağım.”
Gözlerini devirdi Eylül, neyse ki Mehtap onu göremiyordu. “Birincisi, onu sevmiyorsun. İkincisi, o bir ruh hastası ve kızını dengesiz bir adamla aynı evde büyütmemelisin. Üçüncüsü, yıllardır boşanmaya çalışıyorsun; demek ki boşanman lazım. Şimdi bunu niye sorduğunu söyle ve sakın boşanmaktan vazgeçtim deme!”
“Vazgeçmemeye çalışıyorum.”
“O da ne demek öyle?”
“Dün mahkeme kâğıdı geldi. Altı gün sonra boşanacağız. Ama annem ‘boşanma’ diyor.”
“Annen çıldırmış olmalı. İşsizlikten saçmalamış. Onu sakın dinleme!”
“Sorun bu zaten, Eylül. İşsiz. Abimden başka çalışan yok. Kardeşim okula gidiyor. Annem evde. Zaten üç kişi yaşıyorlar.”
“Kes sesini! Annenin bahanelerini sıralamayı bırak. Ara abini, ben geliyorum de ve bahane uydurmasına izin verme. Topla eşyalarını git. Madem altı gün kaldı, bir an önce çık o evden.”
“Demesi kolay.”
“Ne zaman kolay bir şey yaptın ki, şimdi de kolay olsun. Ağlayıp zırlayacağına kalk eşyalarını topla.”
“Bok vardı da kilometrelerce öteye gittin! Şimdi burada olsan her şey daha kolay olacaktı. Mal!”
“Ağzını bozduğuna göre son derece iyisin. Eşyalarını toplayabilirsin!”
Telefonu kapattığında boşanmaya hazırdı. Eylül haklıydı. Yıllarca uğraşmıştı, altı gün kala pes edemezdi. Abisini aramak yerine mesaj attı.
“Mahkeme kâğıdı geldi. Altı gün sonra boşanacağım. Yarın beni ve Ahu’yu alabilir misin?”
Size daha önce Mehtap’ın abisinden bahsetmemiştim. Alkolik bir babadan bıkmış, ergen bir delikanlıyken evi terk edip gitmişti. Şehir dışında, yatılı okumayı seçerek annesi boşanana dek aileden uzak kalmış ve sadece ders çalışmıştı. Tek bir hayali vardı, babası gibi olmamak…