SARI ORKİDE – BÖLÜM 27

“Kız Başıma”

“Susar kadın…

Yağmuru kim döküyor?

Ünzile kaç koyun ediyor?

Dayaktan uslanalı hiçbir şey sormuyor.”

 Rüzgâr şarkının sözlerini, Mehtap’ın kulağına fısıldıyordu. Susar kadın dedi, yıllarca susmuştu Mehtap. Sonra şarkıdaki gibi sorgulamaya başladı ve ardından sormayı bıraktı. Sessizce ölümünü bekledi. Ta ki kızına anne olana dek… Kendi çocukluğunda yaşadıklarını yaşamasın kızı diye, tekrar sesini çıkarmaya başladı. Ve bu kez susmadı.

 Mahkeme de Hâkim, “Boşanmak istediğine emin misin?” diye sorduğunda, hiç olmadığı kadar güçlüydü.

 Yıllar önce hayatını karartan o tek kelime, bu kez ona yeni bir hayat verecekti : “Evet,” dedi, yıllar önce evlenirken dediğinden daha sesliydi. Çünkü bu kez özgürlüğe evet diyordu. Bitmişti.

 Erman artık kocası değildi. Onun soyadının altında ezilmekten kurtulmuştu.

 İki medeni insan gibi el sıkıştılar ve yol boyu bedenini okşayan rüzgârla birlikte şarkı söyledi.

“Yağmuru kim döküyor?

Ünzile kaç koyun ediyor?

Dayaktan uslanalı hiçbir şey sormuyor.”

 Birden bacaklarının bağı çözüldü. Bir apartman duvarına dayanarak yere çöktü. 27 yaşındaydı, sadece yirmi yedi. Kaç yıldır bu adamın esareti altındaydı, artık unutmuştu. Gencecik, umut dolu ve saftı evlendiğinde. Yirmi birine yeni girmişti, çocuk yaştan biraz büyüktü sadece; biraz… Hayatının en güzel yıllarını harcamış, hasta ruhlu kocası iyileşir diye umudunu canlı tutmuştu. Hiçbir şey, hiçbir şey düzelmemişti. Olan yalnızca ölen yıllarına olmuştu. Saçlarında beyazlar çıkmış, ruhu çökmüştü.

 Bir gün yeniden mutlu olabilir miydi? Bir gün, çok uzaklar da bir gün yine sevebilir miydi? Sanmıyordu. Artık seveceği tek kişi kızı olacaktı. Annesi gibi olmayacak, kızı aynı şeyleri yaşamasın diye mücadele edecekti. Dünyanın en mutlu çocuğu olarak yetiştirecekti onu. Tüm dünyası küçük kızı olacaktı. Zaten doğduğu günden beri öyle değil miydi? Öyleydi ya… Erman’la olan evliliğinin tek iyi yanı canından çok sevdiği kızı Ahu’ydu.

 Gözyaşlarını sildi. Ayağa kalktı ve kızını, ona küsen annesinden almak için abisinin evine yürümeye devam etti.

 “Dağları deldim, tek başıma.

Çölleri aştım, bir tek ben

Erleri yendim, KIZ BAŞIMA

Sen de yıkılmam.”

 İki arkadaş karanlık gökyüzünün altında bağırarak bu şarkıyı söylüyordu.

“Sen bu hayatta başıma gelen en iyi şeysin,” dedi Mehtap, elindeki bilmem kaçıncı fincan kahveyi sehpanın üstüne koyarak.

“Biliyorum, ayrıca mütevaziyimdir de,” diyerek kahkaha attı Eylül.

“Evet, evet, dünyanın en mütevazi insanısın..”

 Parmağını havaya kaldırıp hayır anlamında salladı. “İnsan değil, kadınıyım.”

“Niye geleceğini söylemedin?”

“Söyledim ya, boşanma davan da yanında olacağım dedim ve geldim.”

“Onu aylar önce söyledin ya kızım! Çok seviyorum seni.”

“Unutmasaydın o zaman, söyledim sonuçta!”

“Aman, ben de seviyorum desen ölürsün zaten.”

“Söylememe gerek var mı? Burada, yanındayım.”

“Evet, sensiz ne yapardım, bilmiyorum.” Uzanıp elini tuttu.

“Annen hala küs mü?”

 Gözlerini devirdi Mehtap. “Abimin beni eve getirdiği günden beri benimle konuşmuyor. Mahkemeden eve geldiğimde yüzüme bile bakmadı. Neyse ki birkaç saat Ahu’ya bakmayı kabul etti de boşanmaya gidebildim.”

 Mahkemenin ertesi günü kurtarıcı bir melek gibi Eylül çıkagelmişti. Mehtap onu karşısında gördüğünde sevinçten mi, yoksa yaşadığı şoktan mı bilemeden hüngür hüngür ağlamıştı. Eylül ona, “Eşyalarını topla,” demiş ve arkadaşıyla kızını alıp, düğünden sonra yaşadığı evine getirmişti.

“Bazen aklıma anneannen geliyor. Hayatımın en güzel günleri onun evinde geçti, biliyor musun?”

“Sanırım benim de en güzel günlerimdi. Onu çok özlüyorum.”

“Onu ben bile özlüyorum. Muhteşem bir kadındı.”

“Hayatını yazacağım.”

“Geç bile kaldın.”

“Mavi Kış da ondan bahsettiğim bölümleri yazarken o kadar çok ağlıyorum ki, koca bir kitabı nasıl bitiririm bilmiyorum, Mehtap.”

“Sen yaparsın ve eminim harika olur.”

“Önce babaannemi yazmak istiyorum. Sonra onu yazacağım. En sona saklıyorum onu.”

“Neden?”

“Ailemdeki tüm kadınların bir hikâyesi var. Hepsini yazmak istiyorum ama bu ne kadar mümkün olabilir ki? Ben kurgu yazarıyım, alanım fantastik, olağanüstü hikâyeler yazmayı seviyorum. Gerçek hayat hikâyelerinin içine girersem kaybolmaktan korkuyorum. O yüzden Mavi Kış’tan sonra üç kitap yazacağım. İlkinin başrolü sen olacaksın, Sarı Orkide’m. Ve sonra babaannemin destansı hayatını kaleme alacağım. Onunla fazla anım yok ama hayat hikâyesini her dinlediğimde kendimi bir romanın içinde hayal ediyorum. O hayali gerçek yapan kişi olmak yine benim elimde. Son kitap, üçlemenin sonuncusu anneannem olacak. Çünkü hayatımdaki en özel kadın O. Onunla anım yok, bir hayatım var. Sonsuza dek onu yazabilirim, sonsuza dek onu anlatabilirim. Sonsuzluk bile sona varır ama ben onu anlatmaktan sıkılmam. İşte bu yüzden kitabımın adı bile hazır. İhtiyacım olan tek şey, kaleme alabilecek o güç…”

“O güç senin yüreğinde Eylül. Sen olmasaydın ben boşanamazdım. Aslında bir nevi Erman haklı çıktı biliyor musun?”

“Hangi konuda?”

“Senin için ‘yuva yıkan kadın’ demişti. Hakikaten adamın yuvasını yıktın be,” dedikten sonra kahkahaya boğuldular.

“Yine de senin için de o güç olmasaydı başaramazdın. Az şeye katlanmadın. Şimdi ne olacak peki? Ne yapmayı düşünüyorsun?”

“Ahu dört yaşına gelene dek çalışmayacağım. Dört yaşında onu anaokuluna verince çalışmaya başlarım. Kızıma bakacağım, Eylül. İstediğim tek şey anne olmak.”

“Harika bir annesin, biliyorsun değil mi?”

“Babasından onu ayırırken nasıl harika olabilirim?”

“Sen onları ayırmadın, Mehtap. Aksine kızını mutlu büyütmek için boşandın. O mutlu ve huzurlu olsun diye.” Sehpanın üstündeki telefonu alarak, az önce söyledikleri şarkıyı tekrar açtı. “Kız başına dağları devirdin, dostum. Erman’ı yendin, başardın. Annene rağmen, kurtuldun.”

“Yani büyüdüğünde Ahu beni suçlamaz mı?”

“Annen, siz çocukken babandan boşansaydı onu suçlar mıydın?”

“Asla! Aksine o boşanmalıydı. Böylece hepimizi kurtarabilirdi. Babam korkunç bir adam, Eylül. Bunu biliyorsun. Ama Erman hasta. İkisi farklıydı. Erman, Ahu’ya sesini bile yükseltmedi ki, o kızını çok seviyor. Babam gibi değil.”

“Şimdi böyle. Ya büyüdüğünde ne olacaktı? Hasta bir adamla ikiniz de aynı evde yaşamamalıydınız. İnan bana, Ahu seni suçlamayacak. Belki ergenlik döneminde kızacağı günler olacaktır ama er ya da geç anlayacak ve seni sevmekten vazgeçmeyecek. Çünkü sen onu sevginle büyüteceksin. Kızını ne kadar sevdiğini görebiliyorum. Bunu o da görecek, merak etme.”

 İki arkadaş birbirine gülümseyerek bakıp şarkının nakaratını mırıldandılar:

“Dağları deldim, tek başıma.

Çölleri aştım, bir tek ben

Erleri yendim, KIZ BAŞIMA

Sen de yıkılmam.”

  Ertesi sabah kahvaltı hazırlarken Mehtap, aklına gelen şeyle kaşlarını çatıp Eylül’e döndü. “Adları ne olacak? Dün gece sanki ‘adı bile hazır’ demiştin.”

“Hikâyelerin adları mı?”

 Mehtap’ın bakışları uzaklara doğru dalarken başını salladı. “Yıllar önce demiştik ya hani: ‘SARI ORKİDE, Dostluğun, Yeni Başlangıçların ve Kadının Gücünün Sembolü olduğu için hikâyemizin adı olmalı diye.”

“Evet, unutmadım.”

“Öyleyse diğer iki kitabın adı ne olacak?”

“Babaannemin hikâyesini yazmaya başladıktan sonra karar vereceğim. Onunla yaşamadığım için, hikâyenin adı bana bile sürpriz olacak.”

“O zaman son hikâyenin adı belli, peki tamam. Soruyu tekrar soruyorum: Hayatının başrolünün hikâyesinin adı ne olacak?”

“O da sonsuzluğu simgeleyen çiçek olacak.”

“Öyle bir çiçek mi var?”

“Var, evet. Mavi’yle başlayan gerçek hayattan esinlendiğim hikâyelerimi, yine maviyle bitireceğim. Böylece Mavi Kış, diğer üç kitabı kucaklamış olacak.”

“Yani, adı ne olacak?”

“Mavi Lotus.”

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın: