Eğdiği başını kaldırıp Pamir’e baktı, Ahsena. “Siz olsaydınız ne yapardınız, Pamir Bey? Aşık olduğunuz kişi kardeşiniz çıksaydı, ne yapardınız?” Pamir soru karşısında sessiz kalınca, “Görüyorum ki,” diyerek Pamir’in sol elindeki alyansını işaret etti. “Evlisiniz, karınıza aşık olmalısınız. Kardeşiniz çıksaydı…”
“Ahsena Hanım, sorulara cevap verecek insan ben değilim. Siz ne yaptınız? Bence hala berabersiniz.”
“Denedim, aşkımı kardeş sevgisine dönüştürebilmeyi denedim. Yapamadım. Ona öyle büyük bir aşkla bağlıyım ki, yaptığı her şeyi bilmeme rağmen, vazgeçemiyorum.”
“O biliyor mu?”
“Hayır, söylemeyi birkaç kez denedim ama beceremedim.”
“Ee, size sormadı mı: ‘Neden abini aramaktan vazgeçtin?’ diye. Herhalde, hala arıyor gibi görünmüyorsundur?”
“Sordu. ‘Benim dünyam sensin’ dedim. ‘Anladım ki, senden başka hiç kimseyi istemiyormuşum,’ dedim.”
“Ve inandı?”
“Doğrusu bu. O benim hem abim, hem de evleneceğim adam. Hayatımda istediğim iki adam birden.. Ben ondan başka kimseyi istemiyorum ki.”
Duydukları karşısında şaşkınlık yaşamadan derin bir iç çekti Pamir ve Masum’u sordu. O yurttaki çocuğun kim olduğunu hakikaten merak ediyordu.
“Fatih’teki Erkek Çocuk Yurdu, ilk gittiğim kimsesizler yurduydu,” diye başladı Ahsena anlatmaya. “Abimi o yurda bırakmış babam. İçeri girdiğimde bir çocuk ağlıyordu. Annesi sabah getirip bırakmış. Kalbim acımıştı onu öyle görünce. Yanına gittim, tanıştık ve bir daha hiç kopmadık. Yurda kaydımı yaptırdım, gönüllü annesi oldum. Gerçi, bana hiçbir zaman anne demedi. ‘Sen benim ablam olur musun?’ demişti. Ben de onun ablası oldum. Hafta sonlarını beraber geçiriyoruz. Fakat çiftlikteki tadilat yüzünden bir süredir onu aksattım. İşlerim çok yoğundu. Pusat, ‘neden atları alıp bu hafta onun yurduna gitmiyorsun?’ dedi. Çok özlemiştim Masum’u. Bugün atlarımla oraya gitmeye karar vermiştim. Ta ki sabah, tüm atların halsiz olduğunu görene dek. Pusat, ‘ben ilgilenirim, git ve kardeşini gör’ deyince, ben de lalelerimi alıp tek başıma gittim.”
Olay yeri inceleme o laleleri çöpten alıp incelemeye götürmüştü. Ahsena ne kadar zehirli değil dese de, ona inanmamışlardı. Fakat laleler hakikaten zehirli çıkmamıştı.
Pamir başını sallayarak Ahsena’ya telefonunu uzattı. Pusat’ı aramasını ve nerede olduğunu öğrenmesini söyledi. Gerçi çiftliğin ve radyonun etrafı kuşatılmıştı ama Ahsena yine de bu konuşmayı yapacaktı. Elbette karşı çıktı. Tekrar aşktan bahsetti. Fakat Pamir bu kez kendini tutmadı. Önce küfretti sonra Ahsena öldükten sonra Pusat’ın bir başkasıyla olacağı senaryoyu anlattı. “Ne diye, seni zehirleyen adamı koruyorsun!” diye bağırdığında dahi Ahsena aşkına sadık kaldı.
Bu kez kazanan Pamir oldu. Aşk kazanmayacaktı. Pamir hoparlörü açmasını emrederek Ahsena’nın eline telefonunu tutuşturdu. Sonra da görünmez cam tarafına dönüp, “Ambulansı arayın, gelip Ahsena Hanımı alsınlar,” dedi
Ahsena titreyen elindeki telefona baktı. Yapmayı istemiyordu ama bu deli Başkomiserden kurtuluşunun olmadığını anlamıştı. Ciğerlerini havayla doldurarak arama tuşuna bastı.
Üç çalma sesinden sonra Pusat’ın tok sesi duyuldu. “Evet, bebeğim?”
“Pusat..” gözlerini yumdu Ahsena.
“Bir şey mi oldu?”
“Sana ihtiyacım var, nerdesin? Yanına geleceğim.”
“Ah bebeğim, unuttun mu, bugün çocuklarla beraberim. Biliyorsun, benimle yalnız olmak istiyorlar. Sen şimdi çiftliğe git, yatıp dinlen. Akşam geldiğimde tüm ihtiyacını gidereceğim, tamam mı?”
“Tamam peki, seni bekleyeceğim.”
“Erken gelmeye çalışacağım. Görüşürüz bebek.”
Telefonu kapatınca başını yere eğdi Ahsena. Pamir eğilip, elinden telefonu aldı. “Kim bu çocuklar?”
“Dinleyicileri.”
“Kaç kişi ve neredeler?”
“Bilmiyorum, her hafta değişiyor. Radyonun arka bahçesinde. Dışarıdan görünmüyor, geçiş bodrum katta. Tamamen lale ekili, orayı lale bahçesi yaptı. Sanırım hepsi zehirli. Laleleri çiftlikte değil, orada yetiştiriyor. Tohumlarını bahçeden alıp götürdü. Yaklaşık bir aydır, her cumartesi günü dinleyicileriyle orada toplanıyorlar.”
Başını sallayarak camlı tarafa döndü. “İnci ve Begüm, Ahsena Hanımı almaya gelebilirsiniz.”
Kapı açıldı, İnci ve Begüm içeri girdi. Ahsena’ya yerden kalkması için yardım ettiler. Tam çıkacakları sıra, Pamir seslendi. “Adımı nerden biliyordun?”
Gülümseyerek döndü Ahsena. “Sevdiğim adamın sevdiği her şeyi iyi bilirim.”
Dehşet verici bir hal aldı Pamir’in gözleri, gözkapaklarını yırtarak dışarı çıkacakmışçasına büyüdü yurdunda.
“Eğer Pusat’ı buraya getirmeyi başaramazsan, bana yeniden sorarsın. Tabi ölmemiş olursam,” dedi ve usulca çıktı.
Belki de Ahsena haklıydı. Onların ailesinin tohumu zehirliydi. Özlerinde kötü insanlardı onlar. Ahsena’nın da Pusat’tan pek farkı yoktu. Neticede öz ağabeyine aşık olmuş ve masum insanların ölmesine göz yummuştu.
Bir anda Pamir’in aklına Nergis geldi. Tıpkı Ahsena gibi katil bir kardeşe sahipti. O da tıpkı Ahsena gibi katil kardeşini korumak istiyordu. Yoksa Pamir’in de tohumu zehirli miydi?
Bir Saat Sonra: Radyo Binasında
“İçeride çocuklar olabilir. Silahlar belde duracak, müdahale gereken bir durum olsa bile çıkarmayacaksınız. Anca bir çocuk rehin alındığında, keskin nişancı, Pusat’ı vuracak. Onun dışında arkadaşça içeri gireceğiz, Pusat’ı alıp çıkacağız. Tereyağından kıl çekercesine yapacağız. İçeri dördümüz giriyoruz. Sizler dışarıda kalın.” telsizi dudağına götürdü. “Yerine yerleştin mi, Onur?”
Onur, keskin nişancıydı. Bahçeyi görebilmek için, radyonun yanındaki binanın çatısına çıkmıştı. Radyo Beykoz’da, tepedeydi. İki katlı, villa tipi bir binaydı. Hiçte Pamir’in hayalindeki radyo binasına benzemiyordu. O, gri bir bina hayal etmişti, kara bulutlara değmeye çalışan uzun bir bina. Onur’dan olumlu cevap gelince, bahçeyi görüp göremediğini sordu. Görebiliyordu. “Pusat’la birlikte yedi kişi görüyorum, Başkomiserim. Altısı çocuk.”
“Çocuklardan birini rehin alırsa ne yapman gerektiğini biliyorsun. Biz içeri giriyoruz.”
Kapı aralıktı. Önde Pamir, arkasında Orhan, onunda arkasında Mithat ve Başar sessizce içeri girdiler. Kapının tam karşısında bodruma inen merdiven vardı. Ağır adımlarla basamakları indiler. Merdivenin bitimi bahçeye uzanan koridora çıkıyordu. Koridoru aşıp, lalelerin arasına daldılar. Bahçe kapısından başlıyordu laleler. Her yeri laleler kaplamıştı. Yalnızca bahçenin tam ortasında lale ekili değildi. Laleler, toprağa daire çizmiş, dairenin içine de yuvarlak bir masa konmuştu. Masanın etrafındaydı çocuklar ve Pusat. Masada çay fincanları, kurabiye tabakları ve bir de çaydanlık duruyordu. Pusat’ın arkası Pamir’e dönüktü. Uzanıp baktı Pamir, göremedi Pusat’ın yüzünü. Çocuklara göz gezdirdi. Tanıdık suratlardı hepsi.
Dördü birbirine baktı. Dördünün de düşündüğü şey aynıydı.
Bir iki adım daha yaklaşmışlardı ki, Pusat ayağa kalktı. Kollarını açarak, “Hoş geldin Pamir, biz de seni bekliyorduk,” dedi ve yavaşça yüzünü döndü.
Genişçe bir surat, belirgin hatlar.. İri ve koyu mavi gözler, kalın pembe dudaklar, çıkık elmacık kemikler.. Koyu kestane saç, açık alın.. Uzun boy, geniş ve kaslı vücut…
Dar kot pantolonu, bacaklarını sıkı sıkıya sarıyordu Pusat’ın. Üstündeki uzun kollu beyaz tişört, tüm vücudunu gözler önüne seriyordu. Boynunda, iki göğsünün arasına uzanmış kırmızı bir fular vardı. İki yana açtığı kollarını kapatmaksızın sırıttı. Pamir’in gözünün içine bakıyordu. “Tam da senden bahsediyorduk.” Gözlerini kıstı, fısıldarcasına, “Dostluğumuzdan,” dedi. Açık kollarıyla Pamir’e doğru yürüdü, sırıtmaya devam ediyordu. Aniden sarıldı ve Pamir’in kulağına fısıldadı: “Beni ve onları hayal kırıklığına uğratma. Beni unutmuş olamazsın, öyle değil mi? Ben seni hiç unutmadım, Pamir Dinçer!” Kollarını çekip yüzüne baktı Pamir’in. “Beni hatırladın mı, Eski Dostum?”
Hatırlamak mı? Pamir, onu hiç unutmamıştı ki…