Yazın bitmesine sayılı günler kala, bu güzel günleri fırsat bilip minik gezintiler yapıyoruz. Aslına ağustos ayı bizim için çok hareketli geçti. Yazacak bir sürü gezi anım oldu. Onları da yazacağım inşallah. Ayın başında gittiğimiz Tosya-Çankırı seyahati, gelince anneanneciğimin ameliyatı , minik İstanbul gezileri ve ay sonunda da Edirne gezisi..
Edirne ne zamandır merak ettiğim ve gitmek istediğim bir yerdi. Oturduğum semt bakımından “Edirne’de oturuyoruz biz” espirisini sıkça kullansak da, Edirne’yi görmüş değildik. Ani bir kararla Edirne’nin yolunu tuttuk.
Gittiğiniz yerde orada yaşayan birinin sizi gezdirmesi kadar güzel birşey olamaz. Çünkü gezilecek görülecek yerleri en iyi onlar bilir. Bizim de Edirne’de abimiz ve iki güzel, bir de yaramaz rehberimiz vardı :)
Önce Selimiye camiini bir güzel gezip Mimar Sinan’a bir kez daha hayran kaldık. Şimdi böyle bir yapının değil kendisi projesi bile yapılamadığı için üzüldük.. Caminin içerisindeki akustik öyle şahaneydi ki, bir ucundan diğer ucuna hoparlör! olmaksızın ses gayet güzel iletiliyordu.
Selimiye camiinin bahçesindeki müzeyi gezmeyi de ihmal etmedik. Birbirinden güzel tarihi eserleri, metal, ahşap ve hat sanatı işçiliklerini görüp iç geçirdik.. Caminin altındaki çarşıya girip meyve görünümlü sabunlardan aldık.
Daha sonra Şükrü Paşa anıtına çıkıp, gerçek bir karargahın içine girip o atmosferi yaşadık..
Gezimizin son durağında tarihi köprüleri birer birer geçip, Meriç nehrinin kenarındaki çay bahçelerinin birinde çaylarımızı yudumladık.
Bu bir günlük minik gezimizin güzel geçmesini sağlayan, abimize, eşine ve çocuklarına misafirperverliklerinden dolayı çok çok teşekkür ediyoruz..