“Dostluk İlmeği”
İki Buçuk Ay Sonra
Mehtap’ın duyguları karman çorman ve hiç olmadığı kadar yoğundu. Eylül giyinme kabininden gelinlikle çıkınca gözyaşlarını tutamamış, hıçkırıklara boğulmuştu.
Eylül gözlerini devirerek ağlayan arkadaşına baktı. “Buraya annem çok ağladığı için onunla değil seninle geldim,” diyerek sitem etti. Bu onun ikinci gelinlik provasıydı. Gelinliğin eteğini kaldırıp arkadaşının yanına yürüdü.
“Çok güzel oldun,” diyerek daha çok ağladı Mehtap. “Düğünden sonra Almanya’ya gidecek olmana katlanamıyorum!”
“Düğünden sonra gitmeyeceğim ki, vizem ne zaman çıkarsa o zaman gideceğim. Düğünü aradan çıkarmak için yaptığımızı biliyorsun.”
“Ama yine de gideceksin!”
“Mesafeler dostluğumuza engel olmayacak.”
Burnunu çekerek omuz silkti. Sonra da konuyu dağıtmak için, “Gelinliğin omuz detayını çok beğendim,” dedi.
Provadan sonra kahve içme bahanesiyle bir kafeye girdiler. Eylül pür dikkat arkadaşını izliyordu. “Söyle artık,” dedi.
“Neyi?”
“Ah, beni aptal mı sanıyorsun? Neden saklıyorsun?”
Dudağını ısırarak sustu.
“Hamilesin, di mi? O yüzden her şeye ağlıyorsun, üstelik son zamanlarda inanılmaz yiyor ve kilo alıyorsun. Sürekli birlikteyiz, fark etmem mi sandın?”
“Sen benim lokmalarımı mı sayıyorsun?”
Parmaklarını masaya vurarak kaşlarını çattı.
“Tamam be, evet, neredeyse üç aylık hamileyim.”
“Üç ay mı!” Dehşetle nefesini tuttu. “Yani altı ay sonra, tam da düğünüm olduğu dönem mi doğuracaksın?!”
“Şey, evet… Tam olarak o haftalarda.”
‘Tabi yine kocan bebeğin ölümüne sebep olmazsa’, dedi içinden. Sesli olarak bir şey söylemek yerine iç çekip somurttu.
Üçüncü hamileliği diğerleri gibi değildi. Kocası bu kez gerçekten baba olmayı istiyordu. O yüzden karısının tekrar hamile olduğunu öğrenince kendisine çeki düzen verdi. Bebek sağlıklı doğsun diye Mehtap’ın üstüne titriyordu. Hatta öyle ki, karısını aldatmayı dahi bırakmış, sadece doğacak çocuğuna odaklanmıştı. Mehtap’ın bir yanı korku içinde, kocasının ne zaman patlayıp eskiye döneceğini beklerken; diğer yanı umutla bebeğin onu değiştirdiğine inanmak istiyordu.
Bebeğin cinsiyetini öğrenmeye giderlerken, Erman küçük bir çocuk kadar heyecanlıydı. “İnşallah güzel bir kızdır,” deyip durmuştu yol boyunca.
Doktor bebeğin kız olduğunu söylediğindeyse zengin olduğunun haberini almışçasına havaya uçmuştu. Bunun üstüne doktoru Mehtap’a ne kadar şanslı olduğunu söyledi. Sanki hayatının iç yüzü çok güzelmiş gibi…
“Kız olduğunu duyunca deliren babalar, korkudan ödü patlayan anneler var,” demişti. Aslında Mehtap’ın da ödü patlamıyor değildi ama bir yandan kız çocuğu hasretiyle de yanıp tutuşuyordu.
Hastane çıkışı Erman kızının ilk kıyafetini aldı. Gerçekten kız babası olmak ona iyi gelecek miydi?
Bir akşam Mehtap sosyal medyada hamile çekimlerine bakıyordu. Kocasındaki değişimi anlamak için fotoğrafları ona gösterdi. “Bizim de böyle bir anımız olsa, ne güzel olurdu,” diyerek iç çekti.
Erman uzun uzun fotoğraflara bakıp gülümsedi. “Eylül fotoğrafçı değil mi? Söylesek bizi çekmez mi?”
Şaşkınlıkla kocasına baktı. Dalga mı geçiyordu? Düğünde bile üç poz için dünyanın lafını yapmıştı. Şimdi hamile çekimine evet mi diyordu, hem de Eylül’ün yapacağı bir çekime; baş düşmanıyla bir bütün gün geçirebilir miydi?
“Ne oldu, Mehtap? İstemez mi arkadaşın?”
İstemez mi? Aslında havalara uçar, zaten bu fikri Mehtap’ın aklına sokan Eylül’ün kendisiydi. Ama Erman’la bir gün geçirmeye katlanmak ister miydi?
“Neden istemesin, ister tabi.”
“Tamam, o halde siz ayarlayın. Nasıl istersen öyle olsun.”
Duyduklarına inanmıyordu ama gerçekti.
Çekim için sahil ve çimenlik alan seçtiler. Mehtap kendine pembe bir hamile elbisesi aldı. Karnı artık iyice belli oluyordu. Sekizinci aya girmişti. Eylül düğüne bir ay kala çekim için gün ayırdığı için mutluydu.
Çekime annesi yardım etmek için geldi. Rüya gibi bir gündü Mehtap için. Erman hiç sorun çıkarmamış, Eylül ne derse yapmış, hatta gelmeden önce istediği pozları araştırmış ve çekimde Eylül’e göstermişti.
Eylül’ün bile Erman da ki bu değişim karşısında nutku tutulmuştu.
Çekime tanık olan insanlar imrenerek bu yeni ebeveyne bakmıştı. Ne güzel bir çifttiler, birbirine ne kadar yakışıyorlar, adam ne kadar nazik bir baba adayıydı böyle… Eylül fotoğraf çekerken arkasından işittiği bu konuşmalara yutkunarak, keşke diyordu, keşke gerçekler de göründüğü gibi olsa…
Günün sonunda, Erman’ın bundan sonra bugünkü gibi bir adam olması için dua etti, Eylül. Kendini dışarıya gösterdiği gibi Mehtap’a da göstermesini diledi. Şimdi ve daima böyle kalsa olmaz mıydı? Belli ki arkadaşı bebeğinin babasından boşanmayacaktı. Sorunsuz, hatta güzel bir çekim olmuştu. Fotoğraflara bakarken, Erman’ın gülüşü arkasındaki korkutucu adamı görmemeye çalıştı. Fotoğrafların montajlarını yaptı ve içinde yok olmadan önce Mehtap’a hepsini gönderdi. Düğününde Mehtap’ın yanında olamayacak olmasına üzülüyordu ama doğuma gidemeyecek olması onu daha çok üzüyordu.
Kına gecesine iki gün kala Mehtap hala doğum belirtisi olmadığını, bu yüzden kınaya geleceğini söyledi. “Belki bakarsın düğüne bile gelirim,” diyerek umudunu taze tutuyordu.
Ama ne yazık ki kınaya gitmek için hazırlanırken doğum sancısı tarafından gafil avlanmıştı.
Salona geçmeden önce son kez kapıyı kontrol etti Eylül. Mehtap hala gelmemişti, geleceğini söylemişti. Serhan onu öpüp, “Hadi, bizi çağırıyorlar,” dedi.
“Tamam, son kez bir de telefon edeyim, olur mu? Şimdiye gelmesi lazımdı.”
Serhan gülümseyerek telefonunu ona uzattı.
Üç uzun çalıştan sonra Mehtap’ın telefonunu annesi açtı. “Ah, Eylül ben de tam sana mesaj atacaktım. Biz doğuma gidiyoruz.”
“Yaa,” gözlerini yumup iç çekti. “Doğumdan sonra bana haber verir misin?”
“Tabi ki, fotoğraf da gönderirim. Mehtap iyi merak etme. Her şey yolunda.”
Telefonu kapatıp, Serhan’ı öptü.
“Sanırım arkadaşımın küçük kızı, kına gecemizde doğacak,” deyip Serhan’ın elini tuttu.
Kalabalığın içinde düşündüğü tek şey doğumdaki arkadaşıydı.