“Çöküşe On Kala”
-Tarık’ın kayboluşundan iki gün sonra-
Okul çıkışı Mehtap’ı Salih almıştı. Birlikte okula en yakın kafeye gittiler.
“Hafta sonu neden ekildiğimi öğrenebilir miyim?” diye sordu Salih. Yüzünde küçük çocuklara özgü bir sırıtış vardı.
Mehtap onun aksine düşünceliydi. Omuzlarını silkerek iç çekti. “Eylül’ü erkek arkadaşı terk etti. Biz de evine ve iş yerine bakmaya gittik,” dedikten sonra Salih’e yaklaşıp fısıldayarak devam etti. “Çocuk ortada yok. Eylül onun vurulduğunu ve cesedinin ortadan kaldırıldığını düşünüyor.” Geriye çekildiğinde Salih’in yüzünde oldukça ciddi bir ifade vardı. “Tüm hafta sonu onu aradık.”
Salih’in yüzü kıpkırmızı oldu ama çok geçmeden, zorla bastırdığı kahkahayı koyuverdi. “Nasıl yani? Bir mafya tarafından falan öldürüldüğünü mü düşünüyor! Arkadaşın çok film izliyor olmalı.”
Mehtap bu yoruma biraz bozulmuştu ama Harun’un adamlarının Tarık’ı öldürdüğü fikrine de sıcak bakamıyordu.
“Bence erkek arkadaşı onu aldatmış ve arkadaşından kurtulmak için ortadan kaybolmuş. Aldatan erkekler böyle ortadan kaybolmayı iyi bilirler.”
“Ama Tarık aldatacak birine benzemiyordu. Çok seviyordu Eylül’ü.”
“Neden terk etti o halde? Kafasına biri silah dayadı ve terk ettiği an öldürüldü mü?” tekrar bir kahkaha patlattı.
“Anlaşılan sana anlatmakla hata ettim.”
Bir an da sustu Salih. “Seni kırdım mı?”
“Eylül benim hassas noktam. Lütfen alay eder gibi gülüp durma.”
Ellerini teslim oluyormuşçasına havaya kaldırdı. “Özür dilerim.” Uzanıp Mehtap’ın yanağını okşadı. “Aç mısın? Yemek yiyelim mi?”
Hafifçe omuz silkip, “Olur,” dedi. Aklı Eylül de kalmıştı. Aslında onu bırakıp, Salih’le buluşmayı istememişti. Ama Eylül gitmesi için ısrarcı olmuştu. Gazetenin bu ay ki basımı için birkaç kişi matbaaya gideceklerdi. Mehtap şimdi Eylül’le gitmediği için pişmanlık duyuyordu.
İlk defa bugün Salih’le olmaktan, onun yaptığı şakalardan sıkılmıştı. Onun yanından ayrılır ayrılmaz Eylül’ün anneannesinin evine gitti. Ama Eylül hala eve dönmemişti. Mehtap merak ederek aradı, ulaşamadı. Mesaj attı, cevap gelmedi. İyice meraklanıyor, yaşlı kadını telaşlandırmamak için bir şey diyemiyordu. En sonunda kendi evine gitti.
O günün gecesinde Eylül onu arayarak, matbaadan sonra Doru’yla birlikte Tarık’ın iş yerine gittiklerini anlattı. Doru, gazetede Eylül’ün yardımcısıydı. Aynı sınıfta değillerdi, Mehtap onu fazla tanımıyordu ama ondan pek haz etmiyordu. Bebeksi ve tatlı bir suratı vardı ama gözlerinin ardında sanki bir şeytan saklıyordu. Aksi gibi Eylül ona gereğinden fazla güveniyordu.
Bu kez yanılan Eylül, haklı çıkan Mehtap olacaktı. Keşke tersi olsaydı da hayatları uçurumdan düşmek zorunda kalmasaydı… O günün ardından son sürat kayacaklar ve birbirlerini dahi tutamayacaklardı.
Lisenin son senesi gelip çatmıştı. Ufuk, Birol, Harun ve Said’i geçmişlerinde bırakmışlardı. Tarık’ın ortadan kaybolmasını izleyen iki hafta Eylül onu aramıştı. Çoğunlukla yanında Doru’yla. En sonunda terk edildiğine, Tarık’ın kaçtığına kendini ikna etti. Öldürülmüş olamazdı, değil mi? Hem Harun ya da adamları neden Tarık’ı öldürmek istesinlerdi ki? Eylül, kuruntu yapıyor olmalıydı. Belki de Tarık’a hak ettiği sevgiyi veremediği için suçluluk duyuyordu. Kabul etmiyor, sesli söylemiyor olsa da Ufuk’u unutmamıştı. Kalbinden tamamen yok olmamıştı. Hayatına Serhan girene dek bir daha aşık olmayacaktı.
Doru onun gazetede sağ kolu, okulun dışında yaveri olmuştu. Mehtap sık sık Salih’le buluşuyor, Eylül kendini Doru’yla buluyordu. Bir yandan da tüm gücüyle üniversite sınavına hazırlanıyordu.
Günler haftaları, haftalar ayları izledi. Eylül Tarık’ı aramaktan vazgeçti. Derslerin ve gazetenin içinde kaybolduğu her anında yanında Doru’yu gördü.
Mehtap, okul bitince Salih’le evlenmeye karar vermişti. Dersleri salıp, iyice evlilik hayaline kapıldı.
Okulda herkes Eylül ve Doru’yu birbirine yakıştırıyor, birlikte oldukları dedikodusunu yayıyordu. Öyle bir şey yoktu ama insanlar olmayanı var göstermeyi severdi, değil mi?
Bir keresinde Mehtap Eylül’e, “Tüm bu laflar gerçek olacak ve Doru’yu seveceksin diye ödüm kopuyor,” demişti.
“Neden ki? Doru çok iyi ve komik biri. Beni inanılmaz güldürüyor, Mehtap.”
“Hah işte! Şu surat ifaden, görmeyi en son istediğim şey, yapma, sakın ona kapılıp gitme.”
“Neden ondan bu kadar nefret ediyorsun?”
“Bilmiyorum, onda hoşlanmadığım bir şey var. Sanki gerçekte çok kötü biri ama sana göstermiyormuş gibi geliyor.”
Gözlerini devirdi Eylül. “Sen de Fırat gibi başlama! Başımın etini yiyor. Onla sevgili olduğumu sanıp gazeteyi bastı. Siz ikiniz gerçekten ruh hastasısınız!”
“Fırat’la aynı fikirde olmaktan hoşlanmıyor olsam da Doru’yu sevmiyor oluşu hoşuma gitti.”
“Dünyanın en iyi ve belki de en masum insanı o. Saçmalıyorsunuz ikiniz de.”
“Sen yine de ona dikkat et.”
“Bana nutuk çekene bakın, sınava çalıştığın falan yok, gözümden kaçıyor sanma!”
“Girmeyi düşünmüyorum, okul bitsin, yazın nişanlanacağız.”
“O sınava gireceksin Mehtap! Sonra istersen git nikah kıy ama sınava gireceksin, duydun mu?”
Sessizce gözlerini devirdi Mehtap. Bu onların yaşadığı ilk kopukluktu. İkisi de birbirlerinin kararlarına saygı gösteremiyor, birbirlerini desteklemiyorlardı. İlk kez dostluklarında çatlaklar oluşuyordu.
Mehtap sınava girmeyecek, Eylül Doru’nun sahte hayatının içinde kaybolacaktı. Mehtap ve Fırat haklıydı, o tatlı suratın ardında korkunç bir canavar gizliydi. Ne yazık ki Eylül o canavarı görmeyi başardığında her şey için çok geç olacaktı.