SARI ORKİDE – BÖLÜM 4

“Sarı Orkide”

  Lise yılları iki arkadaşın dostluğunu zirveye taşımıştı. Okuldan sonra kafalarına göre takılır ve birlikte ders çalışırlardı. Hayat bir an da birbirlerinden ibaret olmuştu.

 Onları lise iki bir araya getirmişti. Lisenin ilk senesinde Eylül başka okuldaydı ama orası hayaline giden bir okul değildi. O yüzden ikinci sınıfta okulunu değiştirmiş ve yolu Mehtap’a rastlamıştı.

 Lise ikinin, üçüncü ayının, ikinci haftası okula gelmedi Eylül. Mehtap onun devamsızlık yapmadığını bildiği için ilk kez endişelendi. İlk üç dersten sonra merakı, sinir bozucu bir boyuta ulaşınca okuldan kaçarak Eylül’ün evine gitti. Hâlbuki bugüne dek onu umursamamıştı, ya da umursamadığını sanmıştı.

 Eylül’ün evinin kapısında dördüncü kez zili çalıyordu ki evin karşısındaki ayakkabıcıdan bir adam dışarı çıktı.

“Onların bugün cenazesi var kızım,” diyerek dükkanının arkasında kalan sokaktaki bahçeli apartmanı işaret etti.

 Mehtap kimin öldüğünü bile sormadan, ayakkabıcının gösterdiği yöne koştu. Fakat apartmanın önüne geldiğinde hangi zile basacağını ya da hangi kata çıkacağını bilmediğini fark etmişti.

 Neyse ki şansına apartmandan bir kadın çıktı. Kapıyı tutarak, “Eylül’ü tanıyor musunuz?” diye sordu.

“Cenaze evine mi geldin? Bir merdiven çıkacaksın, kapının önü ayakkabı dolu, görürsün,” dedikten sonra yürüyerek gözden kayboldu.

 Merdivenleri ikişer ikişer çıktı Mehtap. Yine kimin öldüğünü sormamıştı. Ama ne fark ederdi ki, ölen Eylül olsaydı cenaze kendi evinde olurdu, değil mi? Ya da ayakkabıcı ona “Eylül öldü” derdi. Elini kalbine koyarak soluklandı. O şımarık kız için endişeleniyor oluşuna inanamıyordu.

 Kapıyı ona ağlamaktan kızarmış bir çift yeşil göz açtı. Sonradan bu kadının Eylül’ün ablası olduğunu öğrenecekti. Ablası ona kim olduğunu bile sormadan Eylül’ün olduğu odayı gösterdi.

 Eylül karşısında Mehtap’ı görünce ayağa kalktı ve hemen kollarını onun boynuna sardı. O kadar çok ağlamış ve ağlamaya devam ediyordu ki, Mehtap o an, bu şımarık kızın onun için değerli olduğunu anlamıştı. “Kim?” diye fısıldadı kulağına.

“Dedem,” dedi Eylül hıçkırıkları arasında. Bunun üstüne Mehtap ona öyle bir sarıldı ki, onları artık ölüm bile ayıramayacaktı.

 Eylül’ün bir keresinde dedesinden büyük bir aşkla bahsettiğini hatırlıyordu. Ama daha sonra Eylül’ün en büyük aşkı anneannesi olacak ve Mehtap bu anların en yakın şahidi olacaktı.

  Eylül’ün dedesi ölünce anneannesi evi kapatmayı reddetti. Çocuklarından hiçbiri onun yanına taşınamazdı, hepsinin kurulu bir hayatı vardı. Ama annelerini yalnız bırakmayı da istemiyorlardı.

 Eylül cenazeden iki ay sonra Mehtap’a attığı mesajda, anneannesinin evine taşındığının haberini verdi. O mesajı okurken Mehtap henüz ikinci evinin orası olacağını bilmiyordu.

  Artık okuldan sonra anneannenin evine gidiyorlar, ders çalışıyor, kitap okuyor, sırlarını paylaşıyor ve yaşlı kadınla vakit geçiriyorlardı. Bazı geceler ders çalışırken uyuyakaldıkları ya da hava karardıktan sonra, genç bir kızın sokakta güvende olmayacağını söyleyen yaşlı kadını endişelendirmemek için Mehtap orada kalıyordu.

 Bir gün, Eylül’ün yatak olarak kullandığı koltukta uzanmış, kitap okuyorlardı. Kitap dostluk üstüneydi, Eylül bir anda kitabı kapatarak Mehtap’a baktı. “Ben de bizi yazacağım,” dedi.

“Kesinlikle yazmalısın, eminim bu kitaptan çok daha iyi olur. Sen hayatımda tanıdığım en iyi yazarsın!”

“Hayatında kaç tane yazar tanıyorsun?” diye kıkırdadı Eylül.

“Sen yetiyorsun işte!”

“Kitaba güzel bir isim bulmalıyız.”

 Sonrasında günlerce dostluklarını anlatacak kitaba isim aradılar.

 Bir hafta sonra anneanne sevinçle bağırdı. Kızlar endişelenerek odalarından çıkıp kadının yanına geldiklerinde, onu mutluluktan gülümserken buldular.

 Anneanne tam bir çiçek tutkunuydu. Dede, onun çiçekleri için tüm pencerelere çiçek yuvası yapmıştı. Pencereler çift camlıydı ve iki camın arasında çeşit çeşit çiçekler yer alıyordu.

 Kızlar anneanneye ne olduğunu sorduğunda arkasına sakladığı çiçeği ortaya çıkardı.

“Vay canına!” dedi kızlar. “Bu ne çiçeği?” diye sordu Mehtap.

 Anneanne yüzünde gururlu bir ifadeyle başını salladı. “Bu bir sarı orkide. Uzun zamandır açmasını bekliyordum. Bir türlü açmıyordu kerata!”

 Kızlar çiçeğe bir mücevhermiş gibi bakmaya devam ederken, “Her çiçeğin bir anlamı vardır,” dedi anneanne. “Eminim bu yaramaz çiçek, siz buradasınız diye mutluluktan açtı.”

“Neden böyle söyledin anneanne?”

“Çünkü sarı orkide dostluğu temsil eden çiçektir. Siz kızların dostluğu onu mutlu etmiş olmalı. Çiçekler de tıpkı bizler gibi duyguları hisseder. Hüzünlü bir ortamda çiçek büyütemezsiniz güzel kızlarım.” Kızların yüzüne gülümseyerek bakıp ilave etti. “Ayrıca sarı orkide çiçeği,  yeni başlangıçların ve kadının gücünün sembolüdür.” Anneannesi torununun güçlü kelimesine ne kadar önem verdiğini bilirdi. Eylül güçlü olmak için her şeyi yapacak gözü kara bir kızdı. Onunla hayatı boyu gurur duymuş ve duymaya devam edecekti. Son günlerinde bile yanında Eylül’ünü istemişti.

 Odaya geri döndüklerinde kıkırdıyordu Mehtap. “Kitabımıza bir isim bulduk sanırım,” dedi.

“Güçlü Kadınlar,” dedi Eylül.

“Ne? Hayır! Kitabımızın adı Sarı Orkide olacak.”

“Hayatımda tanıdığım en güçlü kadın şuan içeride, Mehtap. Anneannem tanıdığım en güçlü kadın ve bir gün ben de onun gibi olmak istiyorum.”

“Sen zaten çok güçlüsün Eylül.”

“Biz,” diyerek arkadaşına sarıldı. “Biz çok güçlüyüz, Mehtap. Bir gün kocaman bir kitap yazacağım. Adı Güçlü Kadınlar olacak ve Sarı Orkide bizim yani senin hikayen olacak.”

“En başına şöyle yaz: SARI ORKİDE, Dostluğun, Yeni Başlangıçların ve Kadının Gücünün Sembolüdür.”

2 Comments

  1. Ahsen says:

    Dostluğun en güzel hali Eylül ve Mehtap ♥️ çok güzel bir bölümdü…

  2. Kübra says:

    Birbirini gerçekten sevip inanan iki güzel dostun samimi hikayesi😍

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın: