“Silik Tebessüm”
Önce derin bir nefes aldı Mehtap. Tek nefeste söylerse daha az acılı olur diye düşünüyordu. Erman’ın gözlerine bakmadan, “Eylül’ün nikahına gitmek istiyorum,” dedi ve gözlerini sıkıca yumdu.
Birazdan kocası bağırarak ona vuracaktı. Darbeye kendini hazırlamıştı ama hiçbir şey olmadı.
“Elbette gitmelisin, o senin arkadaşın,” dedi Erman.
Gözlerini açarak şaşkınca kocasına baktı. Yanlış mı duymuştu? Yoksa beklenmedik bir darbe almıştı ve bayılmış mıydı? Usulca kolunu cimcikledi. Uyanıktı ve Erman ona gülümsüyordu. Belki de gerçekten iyileşiyordu. Öyle bir ihtimal varsa eğer…
“Benim de gelmemi istiyor musun?” İşte onu sınadığı bir soruydu. Tabi ki de gelmesini istemiyordu. En yakın arkadaşının nikâhında olay çıkarır diye ödü kopuyordu. Ama şimdi bunu söyleyemezdi.
Sahte bir tebessümle, “Sen ne istersen ben de onu isterim,” dedi.
Adam kalkıp karısını alnından öptü. Sadece koltuktan kalkıp yanına gelmesi bile Mehtap’ın adrenalin duygusunu tavan yapmıştı.
“O gün geldiğinde iş durumuma göre bakarız. Ama sen mutlaka gitmelisin.” Tekrar öptü. “Şimdi çok yorgunum, uyuyacağım.”
Erman odadan çıktığında tuttuğu nefesi bıraktı. Ne vakit nefesini tutmuştu hatırlamıyordu. Demek kocası hala kullandığı ilaçların etkisindeydi. “Çok şükür.”
Eylül’ün nikâhı olaysız olmuştu. O gün geldiğinde Erman onu nikah salonuna bırakıp gitti. “Kalabalıktır şimdi, ne yapacağım orada,” dedi. Hâlbuki Mehtap kalabalık olmayacağını biliyordu ama bunu söylemedi. Gülümseyerek arabadan indi ve Erman fikrini değiştirmeden gelin odasını buldu.
Serhan’la da orada tanışmıştı. En az Erman kadar gergin bir adam görmeyi beklemiyordu ve dehşet içinde, onların kavgasına seyirci olmuştu. Az sonra imza atacak mutlu çift yerine, gerginlikten kopmak üzere olan iki elektrik ipi gibilerdi. Serhan sinirle gelin odasını terk ettiğinde Mehtap ağlamak üzere olan arkadaşına sarıldı.
“Kesinlikle kafanı karıştırmak niyetinde değilim ama az önce ne oldu?”
“Normalde böyle biri değil,” dedi Eylül. “Sadece böyle önemli günlerin de sıradan olduğunu savunan aptal erkeklerin düşüncesine sahip. Ama onlardan değil, heyecanını mutlu mesut yaşamak yerine gerginliğe dönüştürüyor.” Omuzlarını silkti.
“Başka bir şey daha olmuş, niye böylesin?” Eylül’ün ruh gibi görünen suratına baktı. “Gözünde kalem bile yok!”
“Annemle kavga ettik, bana bu iğrenç şeyi giydirdi. Neden hep böyle oluyor, Mehtap? En mutlu olmam gereken anlarda annemle kavga ediyorum, sonra Serhan’ın heyecanını bastırmak için kullandığı aptal siniriyle uğraşıyorum. Bu evlilik saçmalığı beni yalnız bırakmaktan başka işe yaramıyor.”
Eylül o gün ne istediğini bilmiyordu ve Mehtap onun için hiçbir şey yapamadı.
Sadece gözlemledi. İmzalar atıldıktan sonra gelin odasında öfkeli gördüğü damat gitmiş ve yerine dünyanın en tatlı adamı, Eylül’ün gerçekte aşık olduğu adam gelmişti. Mehtap’ın yapabildiği tek şey, Serhan’ın da Erman gibi çıkmaması için dua etmek oldu.
Nikah salonundan ayrılıkları sırasında Eylül ve Mehtap birbirine veda edercesine sarılmıştı. Sanki bir daha görüşemeyeceklermiş gibi…
Mehtap eve döndüğünde Erman duştaydı.
Seslenerek geldiğini haber verdi ve biraz dinlenmek için kendini koltuğa attı. O sırada sehpanın üstünde yanıp sönen Erman’ın telefonunu gördü. Sürekli mesaj geliyordu. Başta umursamadı ama her kadın gibi Mehtap’ta merakına yenik düşerek mesajları açtı. Ve hiçbir kadının kocasının telefonunda görmek istemediği şeyleri gördü.
“Az önce çok güzeldi. Karını önümüzdeki günlerde annesine yolla da daha güzellerini yaşayalım.”
Demek nikaha gitmesini, Eylül’le görüşmesini ve sık sık annesinde kalmasını bu yüzden istiyordu. Kocası ilaçlardan ya da artan iş saatlerinden dolayı yorgun değildi.
Telefonuna gelen tüm mesajlara bakmaya başladı. Aldatılan her kadın gibi çıldırmışçasına telefonun her yerini kurcaladı. En kötüsü galerideki şifreli dosyaydı. Elindeki telefonu bırakmayı akıl edemeden mutfağa koştu. İlaç dolabını açtı ve içilmemiş hapları gördü. Kocası tedaviyi ne zaman bırakmış ve onu bir sürü kadınla aldatmaya başlamıştı?
Erman, “Nikah nasıldı?” diyerek mutfağın kapısında dikildi. Mehtap donmuş halde bir elinde ilaç kutusunu diğerinde telefonu tutuyordu.
Kocası sırıtarak omuzlarını silkti. “İlaçlara ihtiyacım kalmadı, çünkü iyileştim.”
Mehtap öfkeden kudurmak üzereydi. Telefonu sertçe masanın üstüne bırakarak bağırdı. “Ne zamandır beni aldatıyorsun?”
Ne sanmıştı ki? Kocası ağlayacak, inkar edecek ve yalvaracak mıydı?
Önce çenesi titreyerek, “Sen benim telefonumu mu karıştırdın?” diye sordu.
Mehtap bu soru karşısında küfrederek bağırmaya başladı.
“Ben bir erkeğim, hayatımın sonuna kadar seni bekleyecek değildim!”
Demek fark ediyordu, Mehtap’ın onunla hiçbir zaman isteyerek birlikte olmadığını biliyordu.
“Bizim evimizde,” dedikten sonra ağlamaya başladı Mehtap. Ama bağırmayı bırakmamıştı. Keşke bıraksaydı.. “Onları nasıl bizim evimize getirebilirsin! Tedaviyi ne zaman bıraktın? Neden yaptın!”
“O tedavi dediğin şey beni öldürmekten başka işe yaramıyordu!” Tek hareketle Mehtap’ı saçından tutup kendine çekti. “Madem başka kadınlarla olmamı istemiyordun niye kaçtın benden! Hep buz gibiydin, bir kadın bile olamadın bana,” çenesini tutup sıktı. “Ama madem başkaları olsun istemiyorsun, zorla da olsa yapacaksın, anladın mı?”
Adam kadını saçlarından sürükleyerek yatak odasına götürdü. Kadın istediği kadar çırpınsın, ilaçların etkisinde olmayan adam eski deli gücüne kavuşmuştu. Yatak odasının kapısı kapandığında, apartmanda haftalar sonra yeniden kadının çığlıkları yükseldi ve herkes sessizce adamın bu sefer kadını öldürerek acısına son vermesini bekledi.
Ama ne kadın öldü, ne çığlıklar dindi, ne de adam iyileşti.