“Teslimiyet”
Dünyanın en büyük acısını da çeksen dünya dönmeye devam eder, hayat duraklamaz. Filancanın acısı var diye yaşam durmaz.
Herkes acısını farklı yaşar. Kimi bağıra çağıra ağlar, kiminin gözyaşı yüreğine akar. Bazıları yıkılır, bazısı dim dik durmak zorundadır. Ama acı herkes için aynıdır. Yok olacağını sanarak hayata devam edersin ve bir bakmışsın üstünden yıllar ve yollar geçmiş.
Mehtap tüm geçmişini, dün geceyle birlikte düşünürken, hayatının ölüm evresine yaklaştığını hissetti. Yatakta kımıldamadan yatıyor ve acılarının tamamen hissizleşmesini bekliyordu. Az önce kabullenmişti, Erman’dan kurtulamayacak ve ölene dek aldatılıp, dövülecekti. Bunu kabullenmek üstünden sinsi bir yükü kaldırmıştı. İçi tamamen ölü olabilirdi ama bedeni ölmedikçe hayata devam etmek zorundaydı. Uyuyup uyanacak ve ölüm gelene dek yaşıyormuş gibi yapacaktı. Bu kadar basitti aslında.
Dudağındaki kurumuş kan lekesine dokunarak başını salladı. Kocası onu istediği kadınla aldatabilirdi, belki böylece ona daha az dokunurdu. Koca bir iç çekti ve hayata teslim oldu. Artık direnmeyecekti.
Kendine geldikten sonra kalkıp duşa girdi. Ardından evi toparladı. Çamaşır yıkadı. Ütü yaptı. Yemek yaptı… Kısacası bir kadının yapması gereken her şeyi yaptı. Gece dayak yedim, ağrım var demedi, kadına yüklenen görevleri yapmak zorundaydı. Aksi halde ağrıları geçmek yerine katlanarak artacaktı. Kadına görev bilinci küçük yaşta yerleştirilir. Kız çocuklarına, sanki dünyaya sadece ev işi yapmaya gelmiş gibi davranılır. Küçük yaşta ev işleri yapmayı öğretirler, ki ilerde kocası ‘iş bilmiyor’ diyerek, bir eşyaymışçasına kapının önüne koymasın! Kızlar ev işlerini öğrenirken, erkek çocukları dünyadan habersiz oyun oynamakla meşgul olur. Hele bir de Erman’ın annesi gibi erkek çocuğu düşkünü kadınlar, paşa gibi bakar oğlanlarına. Aslında kadının düşmanı yine kadındır. Bir anne, oğlunu nasıl yetiştirirse, karısı da o derece yaşayacaktır.
Birkaç gün kimseyle görüşmedi Mehtap. Birbirinin aynısı olan günleri yaşayıp bitirmeye çalıştı. Bir haftanın sonunda annesi çıkıp geldi; tam da tüm hayat umurundan çıkıp gittiği günlerden birinde.
Daha Mehtap kapıyı açar açmaz annesinin yüzündeki garipliği sezerek irkildi. Çocukluğu boyunca annesini böyle görmemişti. İyi miydi, kötü müydü onu bile anlayamadı. Kadın kızına üstün körü bakıp içeri girdi. Gergin miydi? Son günlerde annesiyle konuşmadığını fark etti.
“Bir su getirebilir misin, Mehtap?” Soluk soluğa kalmıştı, elini kalbine koyup koltuğa oturdu.
Mehtap mutfaktan sürahiyi ve bardağı kapıp geldi. Annesine iyi misin demeye korktuğunu fark edince susup bekledi.
Kadın suyunu içtikten sonra gülümsedi. Kızının darmadağın halini bile fark edememişti. “Bitti,” diye fısıldadı. Sanki yüksek sesle söylerse büyü bozulur diye korkuyordu.
“Ne bitti, anne?”
“Baban imzaladı, boşanıyoruz.” Bu üç kelime Mehtap’ın çocukluğundan beri duymayı istediği kelimelerdi ama şimdi ne hissedeceğini bilemeyerek donup kalmıştı. Annesi kızının sevineceğini bekleyerek umutla bakıyordu.
Mehtap hiçbir şey söyleyemedi. Yıllarca annesinin boşanmasını beklemişti. Böylece evlenmesine ve o evden kaçmasına gerek kalmayacaktı. Annesiyle birlikte çalışacak ve kardeşine bakabileceklerdi. Babaları onlar için sadece yük olmuştu. Daima…
Mehtap’ın annesi de çok çekmişti. Alkolik kocası çalışmaz, kadını çalıştırır, sonra da tüm maaşına el koyardı. Ama annesi bir türlü boşanamamıştı. Çünkü boşansa küçük çocuklarıyla döneceği bir baba evi yoktu. Kimsesi yoktu. Üç çocukla ne yapabilirdi ki? Belki annesi de Mehtap gibi kabullenmiş ve yaşamaya çalışmıştı.
“Bir ev tutacağım, bakmaya başladım bile,” diye devam etti annesi. “Ben kardeşinle taşındıktan sonra sen de boşanır gelirsin. Ben ikinize de bakarım.”
Yine bir şey diyemedi. Bu kez annesi dikkatlice kızının yüzüne baktı. Kaşlarını çatarak Mehtap’a yaklaştı. “Dövdü mü yine?”
Omuzlarını silkti Mehtap.
“Azıcık daha sabret kızım. Anlaşmalı boşandığımız için ilk celsede bitecek. Sonra hemen yanıma taşınır ve boşanırsın. Sen benim kadar uzun katlanma kocana.”
Ağlamak istiyordu. Ama mutluluktan mı, yoksa kaybettiği hayatının yasından mı bilemiyordu. Bunun için dudağını sıktı ve annesinin kendisine sarılmasına izin verdi.
Sonra nasıl ve neden yaptığını anlamadan annesinin kulağına, “Erman beni aldatıyormuş anne,” diye fısıldadı. Anında pişman olmuştu ama geri alamazdı, değil mi?
“Hayvan herif! Erkek diye her şeyi yapabileceğini sanıyor. Bitecek, merak etme. Seni de kurtaracağım.”
Nedense annesine inanamıyordu. Kabullenişi yüzünden miydi? Yoksa annesi boşanmak için, kızının hayatının tamamen bitmesini beklediği için miydi?
Ablası geçen yıl evlenmişti. Bu ailede mutlu evliliği yakalayabilen bir tek o olmuştu. Eniştesi sakin ve iyi biriydi. Hiç görmediği bir dünyadan gelmişti sanki. Ablası için her zaman seviniyordu, mutluluğu en çok hak edenlerden biriydi. Ama zaman zaman Erman’ın da başka dünyadan gelme iyi biri olmasını diliyordu. Dilemek bir işe yaramıyor olsa da…
O gece Erman yanında horlayarak uyurken düşündü. Gerçekten o da boşanıp annesiyle yaşayabilir miydi? Tüm kabullenişinden vazgeçip yeni bir hayatın hayalini kurabilir miydi? Gözlerini kapatıp korka korka hayal kurdu.
Annesi ve kardeşiyle mutlu olduğu küçük bir ev.. Babasının ve Erman’ın içinde olmadığı huzurlu bir yuva. Sık sık Eylül ona gelebilirdi. Birlikte kahve içer, saatlerce sohbet ederlerdi. Bekarken, alkolik babası olur olmadık vakitlerde gelir diye Eylül de dahil hiçbir arkadaşını eve çağıramamıştı. Evlendi yine kimseyi çağıramadı. Kocası gelir de arkadaşlarına zarar verir diye korktu.
İstemsizce gülümsedi. Daha bu sabah ölümü kabullenmişken, şimdi annesinin evinde, Eylül’le kahve içmenin hayaliyle gülümsüyordu.
Böylece tam pes ettiği gün umut yeniden yeşermişti. Mehtap uzun zaman sonra ilk kez huzurla uykuya daldı.
Hayali rüyasında devam etti. Annesi boşanmış ve taşınmıştı. O evi görüyordu Mehtap. Salonda Eylül’le oturmuş gülüyorlardı. Her şey çok güzeldi. Babası yoktu, Erman yoktu; var olan tek şey huzurdu.
Sonra bir bebek sesi kapladı rüyasındaki evi. Eylül’ün yüzünde hoşuna gitmeyen bir ifade belirdi. Ah, Eylül’ün bebeği mi olmuştu?
Hayır.
Mehtap oturduğu koltuktan kalkarak içeriye gitti. Tüm evi haykırışıyla inleten bebek onundu. Eylül’ün yanına kucağındaki ağlayan bebekle döndü.
Eylül ona gözlerini devirip, “Sana kaç kere tekrar hamile kalmadan boşan dedim, di mi,” dedi. “Eğer beni dinlesen şimdi küçücük bir bebekle dul kalmazdın!”
Mehtap çaresizce önce arkadaşına, sonra susturamadığı bebeğe baktı ve bir anda soluğu tıkandı.
Rüyasından nefes nefese uyandı. Sanki biri boğazını sıkmıştı.
Kalbi öyle bir atıyordu ki Erman uyanacak diye ödü patladı. Elini göğsüne bastırdı ve yavaşça soluklandı.
Neden böyle bir rüya görmüştü? Kulaklarında hala rüyasında ağlayan bebeğin çığlığı vardı. Sanki Mehtap’ın tüm acısı bebeğin haykırışında can bulmuştu.
Usulca kalktı yataktan. Kocasını uyandırmaktan korkarak çıktı odadan.
Bir bardak su içip, en son ne zaman regl olduğunu düşündü.
Parmakları günleri sayarken elindeki bardak kayıp düştü.
On gün… On gün gecikmişti. Bu evden ölene dek çıkışı yoktu.