ZEHR-İ NERGİS / Bölüm 1

  İçinde derin bir korku vardı Fulya’nın. Hamile olduğunu söylediğinden beri Pamir hiçbir şey dememişti. Evet, sevinmediğini fark etmişti ama sevinmemenin ötesinde bir şey vardı kocasında. Elini gayri ihtiyari karnına koydu. Bebeğini hissetmeye çalıştı. Dudakları anında mutlulukla kıvrıldı. 

 Zilin çalma sesini duyunca ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdü. Gelen Pamir’di. Yüzü sararmış, omuzları çökmüştü. Anahtarını unuttuğunu söyleyerek özür diledi. Birlikte salona geçtiler.

 Pencerenin önünde durup derin bir nefes aldı Pamir. Eve girdiğinden beri Fulya’nın soru sormadan sabretmesi gözünden kaçmamıştı. Sabah evden o uyurken çıkmış ve bir şey dememişti. Omuzlarını oynatarak öksürdü. Yüzünü Fulya’ya döndüğünde, hamile olduğunu hatırladı. Bir an için kusacak gibi oldu. Karısı onu aldatmış olabilir miydi? O bebek bir başkasının olabilir miydi?

 Fulya’yı seviyordu ama başka adamın çocuğuna babalık etmeyecekti. O bebeğin babası olamazdı, raporlar olacağını söylemiyordu. Ama Fulya’nın gözleri yedi yıldır nasılsa, şimdi de öyleydi. Aldatmış olsa, değişmez miydi? Tam da annesini bulup gömdüğü şu dönemde, neden hamile kalmıştı ki?! Neden Pamir yine ikileme düşmek zorundaydı?!

 Yutkunarak Fulya’ya doğru yürüdü. Ellerini karısının kollarına koydu. “Mezarlıktaydım,” dedi. “An..” durakladı, bir an için o kelime dudakları arasından çıkmayacak sandı. Tekrar denedi, “annemi gömdük.”

 Bir şey söylemedi Fulya. Bekledi. Pamir başka bir şey demeyince kollarını ona doladı. “Ben yanındayım,” diye fısıldadı. Sonra düzeltti. “Biz yanındayız,” diye.

 Peki, Pamir bu çoğul kelimenin varlığını istiyor muydu? Bu bebek onlara mı aitti? Raporlar yanılmış olabilir miydi? Ah, her şeyden çok buna inanmak istiyordu Pamir.

“Oğlum, Pamir’im…”

“Anne? Anne nerdesin?”

“Buradayım oğlum. Her zaman olduğum yerdeyim.”

“Seni göremiyorum.”

“Ama duyabiliyorsun. Beni hissedebiliyorsun, öyle değil mi, bir tanem?”

“Nerdesin anne?”

“Yüreğindeyim oğlum.”

“Seni görmek istiyorum. Görmek, sarılmak, saçlarını okşamak istiyorum. Seni çok özlüyorum.”

“Hele ben.. Bilsen nasıl burnumda tüttü kokun. Yıllar boyu nasıl yandı içim..”

“Sesin uzaklaşıyor anne, duymakta zorlanıyorum.”

“Beni iyi dinle.”

“Daha sesli konuş, anne.”

“Nergis senin kardeşin, Pamir.”

“Biliyorum anne.”

“Ona dikkat et.”

“Onu bulacağım, söz veriyorum.”

“Ona dikkat et, Pamir…”

  Uyandığında başı zonkluyordu Pamir’in. Saatine baktı. Güneş’in doğmasına iki saat vardı. Yataktan kalktı, üstünü değiştirdi ve koşmaya çıktı. Koşarken daha sağlıklı düşünüyordu ve Güneş doğarken verdiği karar her daim ona şans getiriyordu.

  Güneş’in doğuşuna bakmak için durdu. Koştuğu sürece annesini ve gördüğü rüyayı düşündü. Boşu boşuna görmemişti o rüyayı. Annesi “dikkat et” demişti. “Ona dikkat et.” Bu ne demekti? Kardeşini bul ve koru mu? Yoksa o tehlikeli miydi? Annesi dikkat et derken, kendine mi dikkat etmesini söylüyordu?

 Ellerini dizlerine koyup düşündü. Nergis’in öldürdüğü insanları düşündü. Hepsi hak etmiş olmalıydı. Ama sonra aklına çocuk geldi. Yatakta bağlı olan o küçük oğlan çocuğu. Korkudan altına işemiş ve annesinin gözü önünde işkenceye uğramıştı. O çocuğa ve anneye yapılanlar.. Bunları kardeşi mi yapmıştı? Nergis mi?

 Ellerini başına koyup, sıktı. Dudakları arasından kaçan çığlık onu bile ürküttü. Annesinden Pamir’e kalan tek şeydi Nergis. Kardeşiydi O. Ne yapmalıydı? Ondan başka kan bağı olan kimsesi yoktu.

 Bir anlığına karısının karnındaki bebeği düşündü. Boğazında koca bir yumru oldu.

 Tüm bunlar şaka olmalıydı. Annesi önce onu terk etmiş, sonra da katil bir kardeşi miras bırakarak ölmüştü. Ve tam da doktorların baba olamayacağını söylediği sırada karısı hamile kalmıştı.

 Elini gözüne siper ederek gökyüzüne baktı. “O bir katil,” diye mırıldandı. Biri ona yedi yaşındayken işkence etse ve yaptıklarını annesine izletse, sonra da Başkomiser olduğunu söyleyen bir adam işkenceciyi saklayıp korusa… Bir anda gözleri doldu Pamir’in. Geçmişi birden tokat misali yüzünde patladı.

 O çocukken ona ve annesine yapılan işkenceler bulanıklığını kaybederek Güneş’in ışığından yansıdı. Denizin üstünde bir anlığına işkencecinin yüzünü görür gibi oldu. Annesinin onu neden terk ettiğini anımsadı. O gün gibi içi yandı. Annesi onu koruyabilmek için terk etmişti.

 Nergis’in, çocukluğunun işkencecisinden farkı var mıydı? Tam bu soruyu soracağı sıra bir martı ayağının dibine kondu. Başını kaldırıp Pamir’e baktı. Pamir de martıya bakınca, martının kafasını iki yana salladığını gördü. Bir an için hayal gördüğünü sandı. Gayri ihtiyari martıya doğru eğilince, kuş kanatlarını açarak denizin üstüne doğru uçtu.

 Bir süre bakışları martıyı takip etti. Keşke o da her şeyden böyle uzaklaşabilseydi. Ama yapamıyordu. Olduğu yerde kalmak zorundaydı.

 Aklını kaçıracakmış gibi hissedip çığlıklar atacağı sıra telefonu titredi. Cebindeki telefonu çıkarıp mesajı açtı. Orhan’dandı. Pamir’in kararını vermesini sağlayan mesajı atmıştı.

“Acilen toplantı odasına gelmen gerekiyor. Yeni bir dosya geldi. Kayıp bürodan bize yönlendirmişler. Bu kez maktul, bir şehit çocuğu.”

 Mesajı üç kez okuduktan sonra, martının yeniden yanında olduğunu gördü. Telefonunu cebine koyup omuzlarını dikleştirdi. O bir Başkomiserdi.

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın: