CİNAYET TOHUMU / Bölüm 5

CELLAT

   Evdeki herkesi uyuşturarak başladı işine. Sadece bir kişiyi uyuttu. Diğerleri uyanık ama uyuşmuş vaziyetteydi. Gözü dönmüştü, düşünmeden hareket ediyordu. Tek istediği: O çığlıkları duymaktı.

 Önce kadını bağladı koltuğa, çırpınışını seyretmek için yanıp tutuşuyordu. Ama ne yazık ki, çırpınamayacak kadar halsizdi kadın. Uzaklaşıp baktı ona. Yüzünde beliren gülümsemeyle döndü çocuğa. Titriyordu çocuk, korkudan kımıldayamamıştı. Tuttu çocuğu omuzlarından, üstündeki tişörtü çıkarttı. Karşı koymadı çocuk. Küçüktü. Üstelik Celladını seviyordu. Ölümünün, onun elinden olacağı aklına gelmezdi.

“Bu sadece bir oyun,” dedi Cellat. Başını salladı çocuk ve teslim oldu. Yatağa kendi yattı. Celladı onu bağlarken zorluk çıkartmadı.

 Çocuğun yüzüne baktı Cellat, saçını okşadı. Olanlar onun suçu değildi, herkes hak etmişti ama ya çocuk? Çocuğun suçu yoktu. O da biliyordu, öldürmeyi istemiyordu ama mecburdu. Yavaşça yaklaştı çocuğa, öptü onu. “Bekle beni, sesini çıkartma,” dedi. Hızla başını salladı çocuk.

 Kalktı Cellat. Çıktı odadan.

  Yarım saat, belki de bir saat sonra geri döndü. Kana bulanmıştı her yeri ve dudaklarının arasında bir sigara vardı.

“Açık ara farkla öndeyiz,” dedi çocuğa ve sinsice göz kırptı. Kadının uyuşukluğu geçmişti. İpten kurtulmaya çalışırcasına çırpınıyordu. Celladın istediği buydu: Uyuşukluk terk edince başlamak…

 Yatağa çıktı, çocuğun üstüne eğildi. “Babanın sigarası,” dedi, parmaklarının arasına alırken. Kadına döndü, “Kocan aşağılık herifin teki, sana defalarca söyledim!” diye bağırdı ve beklemeksizin elindeki sigarayı, çocuğun göğsüne bastırdı. Acıyla inledi çocuk, var gücüyle çığlık attı kadın.

  Pantolonun arka cebinden bir çakı çıkarttı, Cellat. Çocuğun göbek deliğine bastırmadan daireler çizdi. “Bu hoşuna gidecek,” diye fısıldadı çocuğun kulağına. “Sadece zevk almaya bak,” dedikten sonra kadına baktı. “Hatırladın mı? Zevk ve acı arasındaki ince çizgiyi?”

“Lütfen,” diye yalvardı kadın. “Bırak oğlumu, bana ne istersen yap, onun suçu yok.” Başını sağa yatırdı Cellat, “Benim de suçum yoktu,” dedi ve gözlerini kadından ayırmadan, çakıyı oğlunun göbek deliğine bastırdı. 

BÖLÜM 5

  Önündeki demir kapıya baktı Pamir. Sıktığı yumruğunu gevşetti ve kapıyı çaldı. Uzun boylu, sarışın bir adam açtı kapıyı, “Buyurun?” dedi titreyen bir sesle. Pamir’in karşısındaki adam İhsan Aslanoğlu’ydu. Ölenleri gözünün önüne getirince Pamir, İhsan’ın Oktay’la olan benzerliğini gördü. Ceketinin iç cebinden rozetini çıkartıp kendini tanıttı. Konuşmak istediğini söyledi. Oysa konuşmaktan fazlasını yapmak istiyordu. İçinde İhsan’a karşı tahammülü imkansız bir öfke vardı.

 İhsan kapıyı sonuna kadar açarak Pamir’i içeri davet etti. Ev olay mahallinin iki üst sokağındaydı. Sokak kapısının karşısındaki odaya girdiler. İki tane karşılıklı çekyat vardı, üzerleri kırmızı kadifeyle örtülmüştü. İhsan, “Çay içer misiniz?” diye sorarak çekyatı gösterdi.

 Pamir bu aileye dair bilgi dışında hiçbir şey istemiyordu. Hele de çay, asla! Baş sağlığı dileyerek, bakışlarıyla İhsan’ın da oturması gerektiğini söyledi. Kendisi de oturdu ve “Rıza Beyin tek oğlu musunuz?” diye sordu. İstediği bilgileri alıp bir an önce gitmek istiyordu.

 Ellerini diz kapaklarına koydu İhsan, “Hayır, iki abim daha var,” dedi. “Onlar yurt dışına çıkmıştı, henüz dönemediler.”

“Cenaze işlemlerini siz yapacaksınız o halde?”

“Abilerimi bekleyeceğim.” Yavaşça çekti diz kapağındaki ellerini, birbirine kavuşturdu kucağında.

“Rıza Beyin üç kasap dükkanı olduğunu söylemişsiniz, anladığım kadarıyla babanız her birinize bir dükkan vermiş?”

“Evet, kazadan önce onunla çalışıyordum. Yanındaydım. Kaza olunca dükkanı bana bırakıp eve çekildi.” Hafifçe arkasına yaslandı. 

“Kimlikleri siz teşhis etmişsiniz?”

 Yeniden öne doğru eğildi İhsan, “Evet,” diye mırıldandı.

“Buzluktaki kadını ilk defa mı gördünüz?”

 Boğazını temizleyerek doğruldu, elleri alelade hareket etti. “Onu tanımıyorum.”

“Neredeyse tüm aileniz aynı gece katlediliyor, abileriniz hala yok ve siz son derece rahat görünüyorsunuz. Bunların yanı sıra, ailenizden olmayan birinin, ailenizle birlikte öldürülüyor oluşu, biraz garip değil mi sizce de?”

“Bakın Pamir Bey, bizim kimseyle derdimiz yoktur. Evet, söylediğiniz gibi tüm ailem öldürüldü. İki abimden başka kimsem kalmadı.” Birbirine kavuşturduğu ellerini kızarana kadar sıktı.  “Şüpheleneceğim biri yok. Kadını ilk defa gördüm. Kimdir, neyin nesidir bilmiyorum.”

“O halde soruyu değiştirelim, amcanızın eşi, yani yengeniz? O nerede?”

“Yengemi yirmi beş yıl önce kaybettik. Amcam genç yaşta iki çocukla kaldı. İşte.. Sizde bilirsiniz, erkeklik hormonları..” bir an durdu, kafasını kaşıdı. “Amcam çoğu gece eve gelmezdi. Hayat kadınlarıyla ilişkisi vardı. Belki o kadın da onlardan biridir.”

 Gözü seyirdi Pamir’in. Gayri ihtiyarı elini yumruk yaptı. “Belki de uzaktan bir akrabadır, yeni taşınan bir komşudur?”

“Hayır Pamir Bey, hiçbir akrabamız yok. Komşu olduğunu da sanmıyorum.” Öne doğru eğildi. “Belki de bir fahişeydi,” diye fısıldadı. “Daha önce birkaç hayat kadını evi basmıştı,” diye söz başladı İhsan. “Kimisi sarhoş gelip mahalleyi ayağa kaldırdı, kimisi sinsice eve girip amcamın yatağında uyudu. Hatta birkaç kere amcam, eve dayak yemiş halde gelmişti. Kadınlara ne yaptığını Allah bilir.  Bazı kadınlar intikam için geliyordu. Ölen sadece amcam olsaydı, katili için çok sayıda kişi söyleyebilirdim. Ama kim, bütün ailemizden ne ister, bilmiyorum.”

 Sıktığı yumruğunu gevşetti ve yavaşça ayağa kalktı. “Şehirden ayrılmayın, acil bir iş için giderseniz haber verin. Aksi halde başınız belaya girer.” Cebinden bir kartvizit çıkardı. “Eğer aklınıza bir şey gelirse beni arayın.”

“Ararım,” diyerek kartviziti aldı İhsan. O da ayağa kalktı. Kapıya kadar Pamir’i geçirdi.

  Olay mahalline kadar yürüdü Pamir. Olayın olduğu gecekondunun önüne geldiğinde durdu. Kalbi sıkışmıştı. İhsan’ın söylediklerini hatırladı. Gecekonduya baktı ve öylece kaldı.

“Acele et Pamir, çabuk!”

“Canımı acıtıyorsun, anne.”

“Konuşma, hadi!”

“Oraya girmek istemiyorum, çekme beni!”

“Bir daha bana sesini yükseltme Pamir ve hemen gir şuraya!”

“Ama anne..”

“Sakın ağlayayım deme, sakın!”

“Ağlamak günah mı anne?”

“Pamir, oğlum, lütfen annecim, yalvarırım soru sorma ve gir şu dolaba.”

  Başını duvara yaslayıp kulaklarını kapattı. Geçmişi geri dönmüştü. Tüm o sesleri yeniden duyuyordu. “Lütfen,” diye mırıldandı, ellerini kulağından çekerken. Hunharca gözlerini sildi. Dişlerini sıktı ve tekrar fısıldadı. “Lütfen, yapmış olma.” Acının damarlarındaki kana karıştığını hissedebiliyordu. Ve başka şeyler de hissediyordu. Sadece eksik parçaları vardı, birleştiremiyordu.

 Aniden doğruldu, olay mahalline doğru yürüdü. Kapıdaki iki görevli polise rozetini gösterip, evin içine girdi. Bağırmak istiyordu, duvarları yumruklayarak haykırmak… Ama yapmadı, doğruca buzluğun olduğu kilere gitti. Evdeki tüm cesetler çıkarılmıştı. Buzluk boştu. Ellerini buzluğun üstüne koydu ve bağırdı.

    Çocukluğu, buzluktaki cesetle beraber donmuştu.

  Bir müddet sonra aldığı nefesleri tutup, yavaşça bırakmaya başladı. Böyle yapmayı ona, daha üç yaşındayken annesi öğretmişti. Adına da, “Nefes Tasarrufu” demişti.

 Ciğerine topladığı son nefesi de boşaltınca çekti ellerini. Cebindeki telefonu çıkarıp Başar’ı aradı. İkinci çalmada açtı Başar. Ona fotoğraf bulup bulamadığını sordu. Bulduğunu söyledi Başar. Başka bir şey sormadan telefonu kapatıp kendini toparlamaya çalıştı. Emniyetteki odasına gidecek ve tüm fotoğrafları inceleyecekti. Belki o zaman içinde olanlara bir ad koyabilirdi. Peki ama istiyor muydu?

 Başka bir odaya girmeden, çıktı evden. O kadar hızlı yürüyordu ki, tabanları alev alacaktı.

   Fulya’nın içini garip bir huzursuzluk kemiriyordu. Karşısındaki gelin ve damadın tatlı telaşına ortak olabilmek için elinden geleni yapsa dahi içindeki huzursuzluk işini yapmasına engel olmaya çalışıyordu. Oysa o güçlü bir kadındı. Yıllarca, önce mesleği için, sonra da aşık olduğu adam için ailesini karşısına almış ve mücadele etmişti. Babası Tugay Bey emekli Albaydı. Oldukça zenginlerdi ve uzun bir süre Pamir’i kabul etmemişlerdi. Gerçi annesi Seniha Hanım hala kabul etmiş sayılmazdı. Ailesine rağmen hem fotoğrafçı olmuş hem de polis eşi olmuştu. Gözünü merceğe dayamadan önce derin bir nefes alıp, karşısındaki, heyecanla gülümseyen genç çifte baktı. Omuzlarını dikleştirdikten sonra gülümseyerek, “Şimdi ki karede de birbirinize bakmanızı ve bu anın hayatınızdaki en özel an olduğunu düşünmenizi istiyorum,” dedi. O, mutlu ve özel anları ölümsüz yapan kadındı. Eline bir kamera alıyor, sonsuza dek var olacak kareleri çekiyordu. Onu bundan daha mutlu eden ne olabilirdi ki? Gözleri ansızın düz olan karnına indi. Daha mutlu edecek bir şey vardı.. Ama şimdilik mesleğiyle yetinmeye devam etmeliydi. Allah bir çocuk vermemişti, kocası doktora gitmeyi reddetmişti. Fulya da fotoğrafçılığı ilerletmiş ve ülkenin en iyileri arasına girmişti. Çünkü herkes bu dünyaya bir amaç uğruna gelirdi.

 Çektiği insanlara fotoğraflarını verirken, onların yüzündeki mutluluğun sebebiydi Fulya. O da bu dünyaya bu mutluluğu gerçekleştirsin diye gönderilmişti. Şimdi de görevini yapmalıydı. İçini kaplayan huzursuzluğu defederek deklanşöre bastı.  

  Ellerini öfkeyle saçlarının arasından geçirip, başını avuçları arasına aldı Pamir. Dirsekleri masada, gözleri masanın üstündeki fotoğraflardaydı. Saatlerce tek tek her birini incelemişti. Ama tek karede bile o kadın yoktu. En çok küçük çocuk Timur’un fotoğrafı vardı. Hepsinde gülüyordu. Her kare bir mutluluğu temsil ediyordu. Bade’nin düğün fotoğrafları, Oktay’ın askerden gönderdikleri, Rıza ve Aykut’un onlarca fotoğrafı… Fakat iki kişi eksikti, biri Aykut’un ölen eşi, diğeri buzluktaki kadın.

 Kapısı tıklandı. Emniyetten İsa adındaki memur, elindeki kalın dosyayla içeri girdi. Dosyayı Pamir’e verip, ailenin sabıka kayıtlarının temiz olduğunu söyledi. Bunun üstüne Pamir, Rıza Aslanoğlu’nun oğullarına da bakmasını istedi. İsa odadan çıkmadan hemen önce ondan son bir iyilik isteyerek, “Fulya’yı arayıp bu gece geç döneceğimi haber verir misin?” dedi. Pamir’in şarjı bitmişti ve şarja takacak kadar bile vakti yoktu. Karısının da meraktan deliye dönmesini istemiyordu. Kendini henüz o denli kaybetmemişti. 

 İsa odadan çıktıktan sonra önünde duran dosyaya bir bakış attı. Nabzının hızlandığını duyabiliyordu. Boğazında oluşan yumruyu çözebilmek için yutkundu.

 Önündeki dosya, sabıkası olan hayat kadınlarına aitti. Onu bulmayı ummayarak kaldırdı kapağını. Tek tek her birini inceledi, adını sanını bilmeden, sadece fotoğrafıyla tanıyacağını düşünerekten.

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın: