“Geçmişin Hayaletleri”
Kadın o kadar çok ağlamıştı ki, en sonunda adam onu kollarına almak zorunda kalmıştı. Kollarının arasındaki kadın küçük bir kız çocuğu misali kaybolmuştu. Adam önce gözlerini devirip iç çekmişti. Ama sonra kollarındaki bu kadını süzmeden edememişti. Aslında güzel bir kadın değildi. Bakımlıydı, üstünde adamı delirtecek bir elbise vardı. Ama en önemlisi çok güzel kokuyordu. Adam gözlerini yumarak bu güzel kokuyu içine çekti. Ne olurdu sanki kendi karısı da böyle giyinip, bu kadar güzel koksa.. Özellikle son zamanlarda adamın evde aldığı tek koku bebek bezi kokusuydu. Karısının tenine bile işlemiş, iğrenç bir kokuydu bu. Adam bunu düşünürken yüzü kusacakmış gibi bir hal aldı.
Kadın geri çekilerek adamın yüzünü okşadı. Adam geri çekilemeden onu öptü. Fakat adamdan beklediği karşılığı bulamamıştı.
“Ne yaptığını sanıyorsun, Burcu!” diyerek itmişti onu.
“Seni geri istiyorum, Erman.”
“Sen o gemiyi kendi ellerinle yaktın. Evliyim ben.” Kaşlarını çatarak kadının yüzüksüz eline baktı. “Her ne kadar alyansını çıkartmış olsan da senin de evli olduğunu biliyorum.”
“Boşanacağız.”
“Umurumda değil. Yıllar önce benimle birlikteyken evlendin o adamla! Bana bir ayrılığı bile çok gördün. Şimdi hayatıma girip seni istiyorum diyemezsin!”
“Karınla mutlu olmadığını biliyorum. Sırf bebeğin oldu diye böyle davranıyorsun, değil mi?”
“Bana bak, eğer benim karım şu an eski sevgilisine gidip ‘seni istiyorum’ dese, hem onu hem adamı gebertirim. Kocana ikimizi de öldürtmeden def ol git!”
Burcu yanaklarını silerek ayağa kalktı. “Yakında ağlayarak beni arayacak ve geri isteyeceksin. Ben sana böyle davranmayacağım. Şimdi gidiyorum ama bil ki senin gelmeni bekliyor olacağım.”
Başarmıştı. Hayatının aşkı olan kadına karşı koymuş ve karısıyla kızına ihanet etmemişti. Burcu giderken dişini sıktı. Ona gitme dememek ya da kollarına çekmemek için direndi ve başardı. Burcu gitti. Koca bir yükten kurtulmuşçasına olduğu yere çöktü.
Ah, ne çok sevmişti zamanında onu. Neler yapmıştı onun için. Sonra bir duymuştu ki sevdiği kız, ondan ayrılmadan başkasıyla evlenmişti. O öfkeyle evlenmeyi kafasına koymuştu Erman. Mehtap’a aşık olmamıştı, en azından Burcu’ya duyduğu aşk gibi değildi. Mehtap güzeldi, sarışın ve renkli gözlü. Onu ilk gördüğünde gözlerine vurulmuş, Burcu’dan güzel olduğu için onunla evlenmek istemişti. Ama ne Erman onu, ne de Mehtap Erman’ı hiçbir zaman geçmişlerindekiler kadar sevememişti. Onların evliliğinde en başından beri iki hayalet vardı: Burcu ve Birol.
Burcu’yla buluşmak için Mehtap’ı iki gün önceden Eylül’ün evine bırakmıştı. Bir an da karısını ve kızını özlediğini hissetti. Eline telefonu aldığında annesinden kırk beş cevapsız çağrı olduğunu görüp dehşete kapıldı. Anında geri ara tuşuna bastı.
Annesi bitmiş bir ses tonuyla açtı telefonu. “Neden açmıyorsun, be oğlum! Baban düştü, bileği kırılmış. Komşular hastaneye götürmeme yardım etti..” daha kadın konuşmaya devam ediyordu, Erman lafını böldü.
“Durumu nasıl? İyi mi? Ben hemen yola çıkar, gelirim.”
“İyi iyi, katır gibi! Acele etmeden gel, yolda kaza falan yaparsın bir de.”
Erman’ın bu hayatta kızını görmeden önce, en sevdiği insan babasıydı. Hastalıklı sevgisi zaman zaman babasını severek öldürmeyi isterdi. Ama ona bir şey olacak diye de aklı gidiyordu.
Ailesi Kırklareli’nde yaşıyordu. Hemen yola koyuldu. Kıyafet bile almadı. Arabaya bindikten sonra Mehtap’ı aradı ve geçerken beş dakika kızını göreceğini söyledi.
Mehtap Erman’ın, Eylül’ün evine girmesini istemiyordu ama hayır derse, eve döndüğünde bedelini ödeyeceğinin farkındaydı. O yüzden istemeye istemeye kabul etti.
Gerçekten de Erman beş dakika kızını sevip yoluna devam etmişti. Ama onun beş dakika gelmesi onların tüm günlerini bitirmişti.
Eylül dehşet içinde, üç buçuk aylık bir bebekten bu kadar sesin nasıl çıktığını anlamaya çalışıyordu. Ahu minicik bir bebekti. Ama sesi koca evde yankılanıyordu. İki gündür Mehtap onda kalıyordu ama Ahu bu ana kadar hiç böyle yapmamıştı. Eylül, bacaklarını kendine çekmiş, öylece arkadaşını ve operacı olma kabiliyetiyle doğmuş bebeğini seyrediyordu. Beş yeğeni vardı ama hiçbirinin bu kadar yüksek sesle ve nefes almaksızın ağladığını hatırlamıyordu.
Ahu’nun karnı tok, bezi temiz ve gazı yoktu. Ama yine de bir canavar edasıyla inliyordu.
Bebek nihayet sustuğunda ikisinin de beyninde ağlama sesi devam ediyordu. Ne kadar zaman susmadan ağladığını hatırlamıyorlardı.
“Korkma,” dedi Mehtap. “Senin çocuğun böyle olmaz.”
“Deli misin, sen! Aklım çıkıp bir yere düştü galiba!”
“Neden?”
“Kızım sen bir bebek doğurmamışsın, ne bu böyle?”
Acıyla gülümsedi. “Sanırım Erman’ı istemiyor. O eve geldikten sonra hep böyle ağlama krizine giriyor. Susturana kadar her gece böyleyiz.”
“Nasıl yani? Her gece böyle mi?”
Başını sallayarak omuz silkti. “Erman’ın eve geliş saati yaklaşınca içimi bir huzursuzluk kaplıyor. Ahu da bunu hissediyor olmalı. O eve gelince, ben iyice geriliyorum. Sonra da zaten Ahu’nun ağlama krizleri başlıyor.”
“Bir sürü sorum var. Hangisinden başlayayım karar veremedim. Birincisi, neden huzursuz oluyorsun, sana bir şey mi yapıyor? Hani artık yapmıyordu?”
“Soruları tek tek sor. Kafamı karıştırma. Yorgun bir anneyim ben.”
“Daha çok sorum var. Cevaplamaya başla!”
“Bir şey yapmıyor. Aksine, bana ve Ahu’ya karşı çok iyi, çok anlayışlı, hiç olmadığı kadar. Ama yine de bu huzursuzluk hissini yenemiyorum.”
“Ahu, gündüz ağlamıyor mu? Yani bu krizleri sadece Erman gelince mi oluyor?”
“Evet. Ama Erman’a, sanki gündüz de böyleymiş gibi yansıtıyorum. Yoksa, ‘niye ben gelince böyle yapıyor’ demeye başlar. Bir ton sorun çıkarır. Gündüz kızımla iyiyiz. Ama Erman anlamasın diye iş bile yapmıyorum. İşe ayıracak vaktimi kızımı sevmeye ayırıyorum.”
Eylül iç çekerek arkadaşına baktı.
“Ne?” diye çıkıştı Mehtap.
“Erman’dan ayrılmayacaksan biraz kendini toparlamalısın Mehtap. Doğumdan sonra çok dağıldın.”
“Neden sevmediğim bir adam için kendimi toparlayacakmışım?”
“Kendin için yapacaksın.”
“Böyle mutluyum.”
“Erman’ın mutlu olduğunu sanmıyorum.”
“Niye mutlu olacakmış ki zaten?” Eylül sessiz kalınca, “Bana öyle bakma,” diye söylendi.
“Erman seni niye hiç itirazsız bana getirip bıraktı?”
“Ahu yüzünden geceleri uyuyamıyor. Onu görsen, hortlak gibi gidiyor işe. Sana yatılıya gitmek istediğimi söylediğimde, mutluluktan havaya uçacaktı.”
Eylül’le Serhan evlenmeye karar verdiklerinde, İstanbul da yaşamayı seçtiler. O yüzden İstanbul da ablalarına yakın, bahçeli bir ev alıp içini döşemişlerdi. Ama sonra işler umdukları gibi gitmedi ve Serhan’ın İstanbul da yaşama planını ertelemesi gerekti. Yine de aldıkları evi kapatmadılar. Düğünden sonra Eylül annesinin evine geçmek yerine iki katlı, büyük evde yalnız yaşamaya başladı.
“Umarım seni sorunsuzca getirmesinin tek nedeni budur.”
Umursamazca omuz silkti Mehtap.
Gece boyu Ahu sık sık uyandı. Kriz üstüne kriz yaşandı. Nihayetinde sabaha karşı Mehtap göğsünde kızıyla uyuyakalmıştı. Eylül onların üstünü örterken arkadaşının bir şeyler mırıldandığını duyar gibi oldu. Anlamak için eğildi. Evet, dudaklarının arasından birkaç kelime dökülüyordu. Eylül kelimeleri birleştirdiğinde dehşetle irkildi.
“Yapma baba, lütfen, çok canım acıyor…”
Eylül’ün sabah soracağı ilk soru, “Baban sana ne yaptı?” olacaktı.