“Korku Dünyası”
Bunca bölümdür sizden bir ayrıntıyı gizledim. Mehtap okul hayatı boyunca sessiz bir öğrenciydi. Pek arkadaşı olmadığını zaten biliyorsunuz. Arkadaşlık kurmamayı kendi seçerdi. Çünkü çocuklar, dünyanın en masum acımasız ruhuna sahiptir. Birbirlerinin bir kusurunu yakaladılar mı, acımasızca alay etmeyi çok severler. İşte bu yüzden Mehtap arkadaşlık ilişkisinden uzak dururdu. Çünkü birkaç kelime ettikten sonra onunla alay edeceklerini bilirdi.
Babası küçük Mehtap’ı dövmeye başladığında henüz dört yaşındaydı. O zamana kadar ablasının yanında uyuyan kızını, sarhoş geldiği bir gece yatağından kaldırıp sebepsizce dövmüş ve sonra kızını yatak odalarına almıştı. Mehtap, babasının annesine ne yaptığını anlayamayacak kadar küçüktü. Annesi, canavarın daha dört yaşındaki kızını döverek odaya getirdiğini görür görmez çığlığı basmış, engel olmaya çalışmıştı. Ama canavar ikisini bir dövmüştü. Küçük Mehtap, o gece annesinin yaşadığı her şeyi dayağın bir parçası olarak görmüş, aynı şeyin başına ne zaman geleceğinin korkusuyla şok geçirmişti. O gecenin sabahında, bir gün önce cıvıl cıvıl konuşup, neşe saçan küçük kızın ağzını bıçak açmıyordu. Gece yaşadıkları ve gördükleri yüzünden dili tutulmuştu. Bundan sonraki hayatına kekeme olarak devam edecekti. İşte sizden gizlediğim ayrıntı buydu. Onun kekemeliği, kendi kızı Ahu, bir yaşına girdiğinde düzelecek.
Kekelediği için okumayı çok zor öğrendi. Sınıfta herkes onunla alay ederdi. Eve gidene kadar yol boyu ağlar, evde de babası onu kapıda bekliyor olurdu. Eğer bir dakika geciksin, kendini banyoda bulurdu. Yediği dayak yüzünden günlerce okula gidemez, yaptığı devamsızlık yüzünden uzaklaştırma alırdı. Babası uzaklaştırma mektubuna itiraz için okulu basar, ardından Mehtap’a yeni okul yolu görünürdü.
İlkokul beşinci sınıfa ulaşmayı başardığı yılın ortasında korkunç bir şey geldi başına. Okuldan çıkmış eve gidiyordu. Arkasından sınıf arkadaşı Ahmet koşturarak ona yetişti. Mehtap’ın çantası yırtılmış, meğer ne var ne yok yere döküle döküle yürüyormuş. Fark etmemiş, çünkü tek düşündüğü gecikmeden eve gitmek, nasıl fark edebilir ki?
Ahmet iyi bir çocuktu, yerden defterleri, kalemleri toplamış. Gülümseyerek verdi topladıklarını. Mehtap hızla teşekkür edip yola devam etti. Durup konuşmadı bile. Ama babasının her yerde arkadaşı vardı. Öyle bir mahallede oturuyordu ki, kuş uçsa babasının haberi oluyordu. Eve gittiğinde babası yok diye koca bir iç çekip rahatladı. Çünkü Ahmet yüzünden tam iki dakika geç kalmıştı.
O günün akşamında babası eve gelmedi. Mehtap her zamanki uyku saatinde yatağına gidip yattı.
Gece saat üç sularında canavar devrile devrile girdi eve. Uyuyan küçük kızını kolundan tutarak kaldırdı. Uyku sersemi çocuğun yüzüne bocalan alkol kokusu mide bulandırıcıydı. Gözlerini ovuşturarak canavara baktı çocuk. Bacakları titriyordu.
“Kimdi lan o oğlan!” diye böğürdü canavar.
“Hangi oğlan?” diye kekeledi çocuk.
Annesi yataktan fırlayıp kocasının elinden kızını almaya çalıştı. Ama canavar elinin tersiyle kadını yere yapıştırdı.
“Sen benim başıma orospu mu olacaksın!” der demez koca elini, kızın küçük suratına indirdi.
Babasının ne demek istediğini anlamayacak kadar küçük ve şaşkındı. Canavarın tekmeleri, çocuğun karın boşluğuyla buluştu. Yerdeki kadın canavarın üstüne atıldı, “Bırak kızımı, hayvan herif!” diye bağırıyordu ki lafı yarım kaldı. Canavar o kadar güçlüydü ki, kadını tuttuğu gibi fırlattı.
Yatak odalarının bitişiğinde kiler niyetine kullandıkları, kapalı bir balkon vardı. Kadın balkon camının içinden geçerek, kanlar içinde zemine yığıldı.
Küçük kız aldığı darbelerin etkisiyle bayılmış, gözlerini kapatmadan önce son gördüğü annesinin kanlı bedeni olmuştu. “Lütfen Allah’ım, annem ölmesin…” diye mırıldanmış ve ardından baygınlık geçirmişti.
Canavar eserine gururla baktıktan sonra kendini yatağa atıp keyifle uyudu.
“Aslında annem çok direndi. Beni o odadan çıkartmak için, ablamın odasına göndermek için… Ablam, o odada ne yaşandığını hiç bilmedi. Sesler duyduğunda, annem onu kulaklarını kapatması için uyarmış. O odada ölsek, ablam sesimizi duyup gelemeyecek yani… Hoş, sesimizi duysa bile korkudan çıkamaz ya! Annemi camdan fırlattığı o gece, şangırtıyı duyunca korkudan altına işemiş. Sabah bir de onun çişli çarşafını yıkamıştık. O sabah uyandığımda annemin öldüğünü sanıp korkuyla ona koşmuştum. Hareketsiz halde, öylece yatıyordu. Babamın horlaması bir ayınınki kadar sesliydi. Hemen koşup ablama haber verdim. Ama öyle korkmuş ki yatağından çıkamadı. Annemin yanına döndüm. O gözlerini açana kadar ağlayarak onu sarstığımı hatırlıyorum. En sonunda gözlerini açtığında, hayatta oluşunu görüp, bir de mutluluktan ağlamıştım. Çok korkuyordum… En çok da annem ölür diye. Çünkü annem ölürse, ona yaptıklarını bana yapar sanıyordum.
Nadir anlarda babam iyi olurdu. O zamanlar annem ona yalvarırdı. Neden bilmiyorum, babam beni kendi odalarına mahkum etmişti. Bir keresinde annem oda da beni istemiyor diye, onun kemiklerini kırmıştı. Annemin kemiklerinin sesini duydum ben, bazen gözlerimi kapattığımda hala duymaya devam ediyorum. Sanki yıllardır kırılmaya devam ediyorlar…
En sonunda annem de o oda da kalmama razı oldu. Ne yapabilirdi ki? Annem her akşam namaz kıldıktan sonra dua ederdi, içtiği alkolden zehirlenip ölmesi için.
Aslında babam hep böyle bir adam değilmiş. Annem evlenmeden önce çarşaf giyiyormuş. Babam da cübbe giyer, namazında abdestinde iyi ve cömert biriymiş. Annemin ailesi çok fakirmiş. Zaten babası, annem küçükken ölmüş. Anneannem onu ve dayımı tek başına büyütmüş.
Annemle babam görücü usulü evlenmişler. Babamın o dönemler maddi durumu çok iyiymiş. Hatta fakir fukaranın mutfak alışverişini bile yaparmış. Öyle bir adam nasıl böyle korkunç birine dönüşmüş aklım almıyor.
Kandırmışlar babamı. İyi ve saf bir adam olunca kolay kanmış. Din adı altında kanına girmişler. Etrafında yardım topluyoruz diye gelen adamlar olmaya başlamış. Sonra babamı bozuk bir yola sokmuşlar. Din, camii, hoca, cemaat diyerek soyup soğana çevirmişler. Annem o zamanlar çok yalvarmış, inanmasın diye. Ama saf işte, inanıp gitmiş peşlerinden. Bir araştır di mi, öyle bir cemaat var mı, kimdir, neyin nesidir… Hiç araştırmamış. Cahil işte.
Tüm parası bitince tekmeyi basmışlar tabi babama. İşte ondan sonra babam tam bir din düşmanı olmuş. Önce annemin çarşafını sokağın ortasında yırtıp atmış. Düşünebiliyor musun, annemi? Çırılçıplak kalmışçasına utanmış. Koşarak eve kaçmış. Önce çarşaftan vaz geçmiyor diye, sonra da başını açmıyor diye dövmeye başlamış annemi. Sonra da namaz kılıyor diye… Babam eve gelmeden yatsının girmesini saate bakarak beklerdi annem. Hemen namazını kılardı. Çünkü babam onu namaz kılarken yakalarsa, selam vermesini bile beklemeden… Başındaki tülbendi asılarak sürüklerdi onu. Annemin saçları babamın elinde kalırdı. Sapsarı, upuzun saçları vardı annemin. Yola yola, neredeyse kel yaptı kadını.
Benim annem çok çekti, be. Benden bile çok. Erman, benim babamın yanında melek kalır. En azından kıyafetime ve namazıma bir şey demiyor. Kendi kılmıyor ama olsun, babamın anneme yaptığını yapmıyor ya, o bile yetiyor bana.
Annem ablamla bana namaz kılmamız gerektiğini anlattığında, ablam korkudan ağlamış ve kılmayacağını söylemişti. Annem ona hiç namaz kıldıramadı. Hiçbir şey yaşamadığı halde korkağın tekiydi. Ben babam evde olmasa bile tuvalette kılardım namazımı, olur da eve gelir beni namazda yakalar diye, korkuma işte…
Bir korku filminin içinde yaşadık biz. O filmin tek güzel bölümü, seninle olan lise yıllarım, Eylül. Birol’un kalp kırıklığına, Said’in tehlikeli oluşuna ve Salih’in deli çıkmasına rağmen; babamın yaşattıklarının yanında hepsi çok güzeldi. İyi ki yaşadık hepsini. He, Salih’le olan son öyle olmasa ve kopmasak iyiydi tabi.. Ama ne yapabiliriz ki? Geçmişi değiştiremeyiz, tıpkı babalarımızı değiştiremediğimiz gibi. Ben de isterdim, normal bir babam olsun, sevgiyi başka erkeklerde aramayayım, evlenmek için büyümeye gün saymayayım… Ben de isterdim, saçımı sevgiyle okşayan bir babamın olmasını.
Sana yemin olsun, eğer Erman, kızıma bir kez el kaldırsın, onu öldüreceğim. Annem gibi ölsün diye dua etmeyeceğim. Kızım benim yaşadıklarımı yaşamayacak.”
1 Comment
Hayat gerçekten çok acımasız. mehtaba çok üzüldüm.