SARI ORKİDE – BÖLÜM 22

“Rus Ruleti”

  Eylül, Almanya’ya taşınmış ve Mavi Kış’ı yazmaya devam etmişti. Kitabı yalnızlığının yoldaşı olmuştu.

 Mehtap, Erman’la doğum günü akşamı yaşadığı faciayı Eylül’e anlatmamış, vedalaşırken boşanacağına yemin etmişti. Bu yüzden de Burcu’nun kocasının telefon numarasını bulmuş ve ona mesaj atmıştı. Eşlerinin tanıştığını ve artık ailece bir tanışma yemeği yemenin vakti geldiğini söylemişti mesajında. Adam mesajı alır almaz Mehtap’ı aramış ama aramayı cevapsız bırakmıştı. Sonra da akşam Erman’dan yiyeceği dayağın hazırlığını yapmıştı.

 Kim bilir sevgilisi, Erman’ı nasıl doldurmuştu. Her şeye hazırlıklıydı. Bu gece ya boşanacak ya ölecekti. Hayatı daima Rus Ruleti olmuştu ama bu gece silahın patlayacağından emindi.

 Bir melodi duyarsın ve ansızın hiç beklemediğin bir anının içine hapsolursun. Belki bir çift gözün içinde kayboluyorsundur, belki de bir kokudur unutamadığın. Ya da küçük bir kahkahadır, seni hüngür hüngür ağlatan. O anı geçmişte lanetlemiştir seni, sonsuza dek, o melodiyi her duyduğunda kaybolmaya mahkum etmiştir. Herkesin vardır bir lanetlendiği anısı. Eylül’ün ki çok uzun zaman önceye dayanıyordu. Şimdi, bunca yıl sonra onu nefessiz bırakan bir çift göz görmüştü. Arka fonda çalan melodi gözlerini yanıltıyor, yıllar önce ölen birinin karşısında sapasağlam durduğunu söylüyordu. 

“Burası Tuna Nehri mi?” diye sordu Serhan’a. Dehşetle nehrin kenarında dikilen oğlan çocuğuna bakıyordu.

“Evet,” diye yanıtladı Serhan. Karısının neye böyle şaşırdığını anlamamıştı.

 Eylül’ü Almanya’ya getirmek için yıllık iznini kullanmıştı. Eve eşyalarını koyduktan sonra kısa bir tatil için yurt dışı gezisine çıkmışlardı. İkisinin de birlikte tatil yapmaya ihtiyacı vardı.

 Az evvel arabanın içini dolduran melodiyle Eylül irkilmiş ve kenara çekmesini istemişti.

 Arabadan indiğinden beri bir oğlana bir nehre bakıp duruyordu.

“Ne oldu?”

 Eylül bakışlarını nihayet çocuktan aldı ve başını gökyüzüne kaldırdı. Gözlerini yumup derin bir nefes aldı. Sadece ciğerlerine değil, içindeki her bir zerreye Tuna havası dolsun istiyordu. Yıllardır hayalini kurduğu şeylerden biriydi bu. Tuna boyu gezmek, Tuna’nın havasını solumak…

 Arabaya döndüğünde kendini çok daha iyi hissediyordu. Kocasının mavi gözlerine bakıp gülümsedi. “Bir şey yok, iyiyim.” Belki de daha önce hiç olmadığı kadar iyiydi. Artık biliyordu. Tuna’yı görmüştü, hepsini olmasa bile birazını.. Havasını içine doldurmuştu. Artık yapabilirdi.

“Eve döner dönmez,” diye geçirdi içinden. Yıllar önce, on beş yaşındayken, bir romana başlamıştı. Kitabı Tuna Nehri kıyılarında geçiyordu. Fantastik bir Türk Kavmini anlatıyordu. Sonra bir arkadaşı öldü ve geceleri gökyüzünde onun hayaletini görmeye başladı. Öyle ki bir zaman sonra sadece gökyüzünde görmüyor, onu yanında da hissediyordu. Bazı zamanlar ölmediğini hayal ediyordu.

 Kitaba devam edemedi. Ölüm, yüreğine o kadar ağır geliyordu ki tamamı fantastik olan bir tarihi romanı yazmaya gücü kalmıyordu. Kitabı kapatıp bir yemin etti, günün birinde Tuna’ya gidecek ve romanına tekrardan başlayarak, sonunu getirecekti.

 Az önce gördüğü çocuk, ölen arkadaşına benziyordu. Ona, “Zamanı geldi,” demişti.

  Erman eve geldiğinde çökmüş görünüyordu. Mehtap soru bile sormadan, kocası önüne bir kâğıt koydu.

“İstediğini yaptım. Seni azat ediyorum.”

 Ansızın bir titreme tuttu kadını. Önündeki kâğıtta “Anlaşmalı Boşanma” gibilerinden bir cümle görüyor ama gördüğüne inanamıyordu. Kâğıdın altında Erman’ın imzası vardı.

“Tek bir şartım var,” dedi adam, kâğıdı işaret ederek. “Benden bir kuruş bile talep etmeyeceksin. Nafaka vermem, evden çöp dahi götüremezsin. Kendi kıyafetlerini ve Ahu’nunkileri alır gidersin. Kızımın yatağını da vermiyorum. Bana geldiğinde kızım için lazım olacak.”

 Mehtap şok içinde donup kaldı. Cevap veremiyor, düşünemiyor, hiçbir şey yapamıyordu. Erman ciddi miydi? Gerçekten o kâğıdı imzalamış ve şimdi onu özgür mü bırakıyordu?

“Mahkemeyi 20 Marta verdiler. Yani altı ay var. Bu altı ay boyunca ister burada kal, istersen annenin evine git. Seçim senin,” dedikten sonra odadan çıkıp gitti.

 Yani öylece bitmiş miydi? Altı ay sonra bu hasta ruhlu adamın karısı olmayacak mıydı? Niyeyse buna inanamıyordu.

 Kâğıdı eline alıp inceledi. Az önce saydığı şartları tek tek yazdırmıştı Erman. Mehtap hiçbir şey talep etmezse onu boşayacaktı. Gözlerini kapatıp, tuttuğu nefesi bıraktı. Ne vakittir nefesini tutuyordu, bilmiyordu.

 Bu altı ay ne yapmalıydı? Annesinin evi çok küçüktü, anca onlara yetiyordu. Ahu’yla oraya taşınsa nerede yatacaklardı? Peki ya boşandığında ne olacaktı? Anne evinde hayatına yeni bir başlangıç yapabilir miydi?

 Annesiyle konuşması lazımdı. Belki yeni bir eve taşınırdı. Mehtap ve Ahu’ya ait bir odası olabilecek yeni bir ev… Yapabilir miydi annesi bunu? Kızı için neden yapmayacaktı ki… Yarın ilk iş annesine gidecek ve konuşacaktı.

 Ertesi gün vakit kaybetmeden Fatih’teki annesinin evine gitti. Annesi çalışıyordu, konuşmak için işten dönmesini bekledi.

 Erman iş çıkışı onları almaya gelecekti. O gelmeden konuşmalı ve geleceğine yön verecek kararı almalıydı.

 Şansına annesi o gün normal saatinden geç ve yorgun geldi. Erman gelmeden konuşabilmeleri için yarım saatten az bir vakitleri vardı. Çok oyalanmadan annesini oturttu ve boşanma kâğıdının imzalandığından bahsetti.

 Annesi duyduklarına inanamıyormuşçasına kızını dinliyordu. Elbette o hayattan kurtulmasını istiyordu ama kızının boşanıp bebeğiyle bu kutu gibi eve gelecek olması… Bugüne kadar bunu hiç düşünmemişlerdi. Belki de düşünmüş ama dillendirememişlerdi. Sonuçta anne-kız Erman’ın onu bırakacağına hiçbir zaman inanmamıştı.

 Annesinin düşünceli oluşu Mehtap’ın boğazına koca bir yumru olarak oturdu.

“Tamam, şöyle yapalım,” dedi annesi, koca bir iç çekerek. “Mahkemeye kadar evinde kal. Ben de o süre zarfında yeni bir ev arayayım.”

 Gözlerinden yaşlar süzüldü Mehtap’ın. Annesi “boşanma,” diyecek diye ödü kopmuştu. Bir şey söyleyemeden kaderini paylaştığı annesinin boynuna atıldı.

“Bitecek,” dedi annesi. “Kurtulacaksın.”

 Geri çekildiğinde annesinin gözlerinin dolmuş olduğunu gördü. “Gerçekten kurtulabilecek miyim, anne?”

“Ben kurtuldum ya,” diyerek acıyla güldü kadın. Hakikaten kurtulmuş muydu? Yoksa kızı endişelenmesin diye mi böyle söylemişti?

 Annesine cevap vermedi ama kardeşinden duymuştu. Babası sık sık sarhoş bir şekilde annesinin karşısına çıkıyor ve eve geri dönmesini istiyordu. Annesinin kurtulduğu falan yoktu. Sadece artık o adamın karısı değildi ve ayrı evde yaşıyordu. Ama kurtulamamıştı. Mehtap da kurtulamayacaktı. Nasıl kurtulurdu ki, Erman kızının babasıydı…

“Altı ay dayan,” dedi annesi.

 Dayanacaktı, altı ay neydi ki? Yıllardır dayanıyordu. Altı ay daha aynı evde kaldıktan sonra annesinin yanına gelecekti.

“Ya evdeyim diye umutlanır ve vazgeçerse?”

“İmzalamış ya, geri dönüşü olmaz artık. Tabii mahkemeden önce savaş çıkar ya da bir salgın hastalık yüzünden mahkemeniz iptal olursa bilemem,” diyerek şaka yaptı. Ama o an, her şakanın yapılamayacağını bilmiyordu.

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın: