“İstanbul’un Canavarları”
1 Buçuk Yıl Sonra / 21 Ocak 2022
İstanbul trafiği, bu şehirde her yaşayanı çileden çıkarttığı gibi her ruh hastasını da canavara dönüştürür. Özellikle Erman gibilerinin trafiğe asla tahammülü olmaz.
Karlı bir İstanbul akşamın da, Erman iş yerinden kovulmuş ve trafiğin ortasında öfkesinin içine hapsolmuştu.
Karısı olmadan yaşamaya alışmış, geçindireceği bir ev kalmamıştı. Aile evine dönmüştü ve babasının emekliliği o evi geçindirmeye yetiyordu.
Mehtap’a nafaka vermiyordu. Bazen kızının ihtiyaçlarını alıyor ama en ucuzu neyse onu seçiyordu. Başında daha iyisini isteyen bir kadın olmadan, çocuk alışverişi yapmak çok kolaydı. Pek fazla paraya ihtiyacı yoktu, maaşını banka hesabında biriktiriyordu.
Şimdi iş yerinin onu sebepsizce çıkarması sinirlerini bozmuştu. Üstelik saatlerdir aynı yolda duruyor, insan yürüyüşünden yavaş ilerliyordu. Bir an için gözü karardı, daha fazla böyle duramazdı. Beklediği şeritten çıkarak emniyet şeridine girdi. Önüne aniden çıkan arabaya dek son gaz gidiyordu ki kaza geliyorum demedi.
Emniyet şeridinde birbirine giren iki araba, İstanbul trafiğinin çileden çıkarttığı iki ruh hastası adam ve kaçınılmaz son…
23 Ocak 2022
Meteoroloji kırmızı bültenle uyarıyordu. İstanbul’a 80li yılları aratmayacak bir kar yağışı geliyordu. Hayat felç olabilirdi ama hiç kimse önlem almıyor ve almayacaktı.
Eylül, her şeyden habersiz, İstanbul’a inmeyi başaran son uçağın içinden beyaza bürünen İstanbul’u seyrediyor ve artık sabırsızca uçağın inmesini istiyordu. Neredeyse 1 saattir İstanbul hava sahasında kar yüzünden dolanıp duruyorlardı. Geceydi, yalnızdı ve sıkılmıştı. Babası çoktan havaalanına, onu almaya gelmiş olmalıydı. Kim bilir ne kadar zamandır uçağın inmesini bekliyordu.
Bu sırada yetkililer, İstanbul’a gelen diğer uçakları İzmir’e yönlendiriyor; yola çıkmayanları iptal ediyordu.
Eylül’ün içinde olduğu uçağın pilotu deneyimli ve cesurdu, ya da belki de delinin tekiydi. İzmir’e inme talebini reddederek uçağını İstanbul pistine indirmeyi başarmıştı.
Uçaktan indiğinde bacakları ağrıyordu. Havaalanı ölü bir şehir gibi geldi ona. Telefonu çeker çekmez babasını aradı ve valizini alıp çıkış kapısına geleceğini haber verdi.
Önce pasaport kontrolünden geçti. Sonra valizini bekledi. Garip bir şekilde tüm bu ritüellere alıştığını fark etti. İki ülke arasında bir hayat kurmuştu.
2019 yılının sonunda gitmişti Almanya’ya. Ona berbat gelen, mutsuzluk dolu bir evde 18 ay yaşadıktan sonra, 2021 yılının mart ayında başka bir eve taşınmışlar ve Almanya’daki hayatı yeni bir soluk kazanmıştı. Şimdi ki evini seviyordu. Komşularını seviyordu. Hatta karşı komşusuyla kardeş gibi olmuşlardı. Artık karanlıkta, boşlukta ya da bunalımda değildi. Mutluydu. Evet, İstanbul’u ve ailesini özlüyordu. Ama hayatını seviyordu. Almanya da edindiği dostlarını seviyordu. Yeni bir ailesi olmuştu. Taşındıktan sonra, sanki bir anda her şey güzelleşmişti.
Ertesi gün, 24 Ocak 2022, İstanbul’a beklenilen kar geldi ve hayat rezalet şekilde durdu. Yolda kalanlar, karda yürümek zorunda olanlar; önlem alınmadığı için yolda ölenler… Belediyenin sorumluluk almamasının sebebini halk sefaletle ödedi. Üstelik Belediye Başkanı ortalarda olmak yerine, keyif yapmakla meşguldü.
Eylül’ün tüm ailesi, sabah kahvaltısında ablasının evindeydi. Enişteleri işe gitmiş ve dönememişti. Tek şükürleri, babalarının gitmemiş olmasıydı. Yakın zamanda ameliyat olmuştu, kar çilesinde yolda kalmak onu perişan ederdi.
Eniştelerinden biri arabasını kenara çekip kilometrelerce yürümüş, gecenin bir vakti eve ulaşabilmişti. Diğer eniştesiyse arabasını bırakmayı kabul etmediği için 30 kilometre yolu tam 15 saatte gelmişti. İşte böyle bir şehirdi İstanbul. Sağlıklı insanı bile ruh hastasına çevirebilecek kadar karmaşık. Her gün yeni canavarlar türetecek kadar çileli… Ama bir yandan da vazgeçilemez olan nadir şehirlerdendi.
Eylül’ün ailesinin evi biraz tepede olduğu için, oturdukları sitede 1 hafta mahsur kaldılar. Sitenin dışına çıkabilmek için bir hafta geçmesi gerekti. Bu bir haftayı ablaları ve onların çocuklarıyla karda geçirdi. Halinden şikâyetçi değildi, bu sene Almanya’ya kar yağacak gibi durmuyordu. Kışın ve karın tadını çocuklarla çıkardı.
Kar İstanbul’dan elini çekmeye başladıktan sonra Mehtap, Eylül’ün yanına geldi. Bu kez kendi evini açmadı, birkaç gün annesinin evinde kaldılar.
Ahu artık üç yaşındaydı ve gevezenin tekiydi. Eylül’ün anne babası, ona bayılıyordu. Eylül’ün Almanya’da olduğu zamanlarda da görüşüyorlar, biraz Ahu’yu seviyorlardı. Eylül’ün annesiyle babasının, beş tane torunu vardı ama çocuğa, toruna doyamama gibi bir sorunları bulunuyordu.
Mavi Kış gibi annelik kokan bir kitap yazmasına rağmen, Eylül anne olmak için can atmıyordu. Bu da ailesiyle arasında küçük gibi görünen tatsız bir konuya sebep veriyordu. Yapılacak bir şey yoktu. Bu, Eylül’ün verebileceği bir karardı ve anne olmak onun en büyük korkularından biriydi. Bu korkusunu yenmek istediğinden bile emin değildi. Hayat ne getirir bilemezdi ama o kendi küçük ve sessiz dünyasını seviyordu.
“Seni iyi görmedim, neyin var?” diye sordu Eylül. Ahu uyuduktan ve ev sessizliğe büründükten sonra.
“Annem biriyle görüştü demiştim ya, evlenecekler ve abim kız arkadaşıyla ayrı eve çıkıyor. Kardeşimse, üvey babayla yaşamaktansa babamla yaşamayı tercih etti ve gitti. İnanabiliyor musun, babamla yaşıyor…” derin bir iç çekti. “Anlayacağın kızımla kaldım öyle.”
“Annen mutlu olmayı, sevip sevilmeyi hak ediyor, Mehtap.”
“Biliyorum. Onun için mutluyum, adam iyi birine benziyor. Ahu’yu çok seviyor, torunum diyerek seviyor. Ama yani ben ne yapacağım, Eylül?”
“Evlenmeyi düşünüyor musun?”
“Erman alır kızımı, evlenemem. Hem çocuklu, dul bir kadını kim ne yapsın?”
“Keşke seni alıp Almanya’ya götürebilsem…”
“Keşke…”
“Küçük bir eve çıksan, işe girersin, sadece sen ve Ahu yaşarsınız.”
“Annem birlikte yaşayalım diyor, büyük bir ev bulalım istiyor. Ama ben onlarla yaşamayı pek istemiyorum. Bulabileceğimiz eve göre yön vereceğim hayatıma. Zaten, her halükarda bu sene anaokuluna vereceğim Ahu’yu, dört yaşında olacak. İş bulurum, hem kızıma bakar hem kimseye muhtaç olmam.”
“Erman bir ara tekrar evlenmek istiyordu, hala musallat oluyor mu?”
“Yok, onun başka derdi var şimdi, bir süre benle uğraşamaz.”
“Ne oldu ki?”
“Birkaç gün önce kaza yapmış, önüne bir araba çıkmış, vurmuş bu da. Sonra iki şoför kavga etmişler. Erman’ı işten atmışlar o gün, sinirliymiş. Bir vurmuş diğer şoföre, hastanelik olmuş adam. Burnu kırılmış, yüzü de dağılmış biraz. Mahkemeye vermiş, Erman’ı. Hapse girecek galiba.”
“Kızııım! Bu harika bir haber!”
Gözlerini devirdi Mehtap. “Senin gaddar olduğunu biliyordum da bu kadarını beklemezdim.”
“Ya of! Salak mısın, eğer hapse girerse alamaz ki Ahu’yu senden. Yani hapse girmiş çıkmış bir babaya hiçbir hâkim çocuk vermez. Bir daha seni tehdit edemez, bir düşün.”
“Bu benim hiç aklıma gelmedi..”
“Peki, sen niye Erman’a üzülmüş gibisin?”
“Erman’a ne üzüleceğim be! Ben kızımı düşünüyorum. Yakında okula gidecek ve ona babası sorulduğunda hapiste mi diyecek? Kızımın babasının hapiste olmasını istemiyorum. Benim tek derdim kızım, o mutlu yaşasın istiyorum.”
“Ahu, benim hayatımda gördüğüm en mutlu çocuk, Mehtap. İnan bana, senin gibi bir annesi olduğu için çok şanslı.”
Eylül, arkadaşını avutmak için söylemiyordu. Ahu hakikaten hayat dolu bir çocuktu. Mehtap görmek ve vermek istediği tüm sevgiyi sadece kızına veriyordu. Ahu, anne konusunda bu dünyanın belki de en şanslı kız çocuğuydu.
2 Comments
Sona doğru güzel şeyler oluyor 😍 merakla bekliyorum
Hikayenin sonunu gerçekten çok merak ediyorum..