Minyatür sanatı, bir şeyin küçüğü demek değildir. Minyatür, kitap sanatı kapsamı içerisinde olduğu için küçük ebattadır. Sanatçı, tasvirlerini, desenlerini, bezemesini küçük tutmak mecburiyetindedir.
Kıl fırçalarla çizilen, oldukça meşakkatli, yapımı aylar hatta yıllar sürebilen, nakkaşını kör eden bu nazlı sanat minyatür, İslam dünyasında resim sanatının temsilcisi olmasının yanı sıra görsel manada da tarih aktarımını sağlayan en önemli kaynaklardan biri.
Minyatür sanatının ismi, ortaçağ Avrupasında hazırlanan el yazmalarının bölüm başlarında metnin ilk harfinin etrafına kızıl-turuncu “minium” yani sülyenle yapılan “miniatura” adlı tezhipten gelmektedir. Ve ‘sülyenle boyanmış’ anlamını taşımaktadır. İslâm sanatında minyatüre ‘tasvir’ minyatür sanatçısına da ‘musavvir’ veya ‘nakkaş’ adı verilmiştir. Metni açıklamak amacıyla kitap sayfalarına veya bir albüm içinde toplamak için tek yaprak halinde sulu boya ve altınla yapılan minyatürler, ışık gölge oyunlarıyla derinlik duygusu kazandırılmayan küçük boyutlu resimlerdir.
Minyatür, Orta Asya Türkleri tarafından bilhassa Uygur Türklerinin ortaya çıkarttığı, kökü tarihin derinliklerine giden bir sanatımız. Japonya ve Çin’de, Hindistan ve iran’da minyatürün tanınması ve gelişmesi Uygur nakkaşlarının oraya göç etmesi ile başlamıştır. İlk minyatür okulunun Bağdat’ta Selçuklular tarafından açılmış olduğunu tarih kaynaklarından öğreniyoruz. Ancak, Moğol istilası Bağdat’ı yerle bir etmiş. Yazma eserlerin nehre atılmasıyla Dicle nehri günlerce simsiyah akmış. Bu nedenle Selçuklu dönemine ait pek minyatür bulunmuyor. Bilinen en eski Osmanlı devri minyatürü Fatih Sultan Mehmet zamanına rastlıyor. En ünlü minyatür de nakkaş Sinan beyin yaptığı Fatih’in portresi. Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran zaferinden dönüşünde beraberinde getirdiği Heratlı nakkaşlar, Osmanlı minyatür sanatının zirveye çıkmasına neden olurlar.
Kanuni devrinde daha da gelişen sanat kolunda Nigâri (Haydar Reis), Hünernâme’yi, III. Murat’ın oğlunun sünnet düğününü anlatmak üzere yazılmış Sûrnâme’yi 427 resimle süsleyen Nakkaş Osman bu devrin yetiştirdiği değerlerdendir. XVII. yüzyılda Nakşî (Ahmet Mustafa), XVIII. yüzyılda Levni çökmeye yüz tutan sanata yeni hamleler kazandırdılar. XIX. yüzyılda ise, batı tarzı yağlıboya resim hareketi başladığından minyatür yavaş yavaş söndü. Türk minyatürlerinin en güzel örnekleri bugün Topkapı Sarayı Müzesi, Üniversite ve Fâtih Millet kitaplıkları gibi kütüphanelerimizle Paris Milli Kitaplığı, British Museum gibi dünyanın büyük müze ve kitaplıklarında saklanmaktadır.
Minyatür sanatına mana olarak baktığınızda, anlatım sanatıdır. Bu sanatı icra eden kişiler her zaman dönemin olaylarını anlatır edasıyla yapmışlardır. Padişahlar savaşa giderken mutlaka yanlarında bir minyatür sanatçısı götürürdü ki olayları resmetsin. Bu sebeptendir ki; o dönemde yapılan eserler tarihe ışık tutar.
İslamiyette resmin yasak olmasına rağmen, minyatür resim sayılmadığından geleneksel bir zanaat hâlini almıştır. Minyatürde en büyük özellik, anlatılmak istenen konunun eksiksiz olarak aktarımıdır. Bu nedenle perspektif kullanılmaz. Uzaklık ne boylar, ne de renk ve gölgelerle belirtilir; boy, kişinin önemine göre artar veya azalır. Ön planda olanlar kağıdın alt tarafına, geridekiler ise üst tarafına doğru yerleştirilir. Bütün figürler, birbirlerini tümü ile kapatmayacak tarzda düzenlenir. Konu, mesafe farkı gözetmeksizin en ince ayrıntılara kadar işlenir.
Minyatür belge niteliği taşır
Padişahlar saraylarda nakışhaneler kurmuşlar. Bunları ikiye ayırmışlar: Nakkaşhane Rum, Nakkaşhane Acem. Nakkaşhane Rum: Daha ziyade belgesel minyatürleri yapan sanatçılardır. Nakkaşhane Acem, İran tarzı yani belgesel olmayan konuları, efsaneleri, tasvirleri yapan sanatçılar.
Genellikle tarihî, edebi ve ilmi konuların işlendiği minyatür sanatında, Türkler çoğunlukla tarihi yansıtmayı tercih etmişlerdir. Osmanlıların savaşlarını, seferlerini ve şenliklerini anlatan resimli yazmalar, diğer İslam ülkelerindeki örneklerinden apayrı, gerçekçi bir üslubun taşıyıcısı olmuştur. Bu nedenle minyatürlü yazma eserlerimizin pekçoğu, zamanın örf ve âdetlerini, gelenek ve göreneklerini, giyim kuşamını olduğu kadar Osmanlı Türk tarihini de takip edebileceğimiz kıymetli birer tarihî belge niteliğindedir.