ZEHR-İ NERGİS / Bölüm 12

  Hemşire Adem Yılmaz’ın çalıştığı hastane Şişli’deydi. Yol boyunca mümkün mertebe ikisi de konuşmamaya özen göstermişti. Başar hastanenin dışına arabayı park etti. “Burada seni bekliyorum. Acele etmeye bak.”

 Begüm ona gözlerini devirerek cevap verip arabadan indi. Kapıyı çarparcasına kapatınca, Başar başını kaldırıp arkasından baktı. Sinirliydi, Başar’a kızmış gibi bir hali vardı.

 Burası özel bir hastaneydi. Girişte bir kadın oturuyordu. Begüm, kadına yaklaşıp Adem’i sordu. Yalnızca ona muayene olmak istediğini söyleyince, kadın imalı bir gülümsemeyle baktı. Sanki, ‘sen onun için gelen ilk kadın değilsin şekerim’ der gibiydi. Koridorun sonundaki odayı tarif ederken, yüzündeki gülümseme bir an olsun değişmedi.

 Adem son derece yakışıklıydı. Sarışın, yeşil gözlü, uzun boylu ve kaslı bir yapısı vardı. Hemşireden çok doktor gibi görünüyordu. Ona muayyene oldu, elinden geldiğince işve yaptı (kadın avcısıysa oltaya hemen düşerdi). Düşmedi. Adem Begüm’e oldukça nazik davranarak bir şeyi olmadığını söyledi. Bu sırada Begüm onu konuşturmaya çalıştı. Adem’in parmağında ki nişan yüzüğü dikkatini çekmişti. Evet, Adem de nişanlı olduğunu söyleyerek düğün hazırlığı yaptığını anlattı. Adam yalan söylüyor gibi görünmüyordu.

 Begüm tekrardan resepsiyonun önünden geçerken kadın başını kaldırıp gülümsedi. Begüm bu sefer niye sırıttığını biliyordu. ‘Benim zaten bir sevdiğim var!’ demek istediyse de susup önüne baktı.

 Begüm arabaya binince merakla ona döndü Başar. Hasretle iç çekip, “Hayatımda gördüğüm en yakışıklı adamdı,” dedi Begüm. Başar’ın yüz ifadesindeki manzaranın tadını çıkarak devam etti. “Üstelik o kadar nazikti ki, parmaklarının değdiği yerlerde adeta güller açtı.”

 Bir şey söylememek için dişlerini sıktı Başar. Hırsla kontağı çalıştırdı.

“Yemyeşil gözleri, kadife gibi sesi vardı.”

 Cevap vermeksizin yola baktı. İradesini elinden bir an bile bırakmamaya çalıştı. Begüm adamı övmeye devam ederken, diş etlerinin sızladığını hissetti. Gözü arada bir seyirdi ama yol hâkimiyetini kaybetmedi.

 Emniyete vardıklarında Begüm daha fazla kendini tutamadı ve Başar kontağı kapattığında, “Demek Başkomiserimden beni isteyen adama sen de onay verdin,” diye geveledi. Başar onun ne demek istediğini anlamayarak bakınca, Begüm daha çok öfkelendi. “İyi! İstemeye de birlikte gelirsiniz!” diyerek arabadan indi.

“Başkomiserimden seni isteyen adam mı..” diye mırıldandı Başar, Begüm’ün arkasından bakıp kalırken.

  Pamir emniyete döndüğünde soluğu İnci’nin yanında aldı. Bir gelişme olup olmadığını sordu. İnci not aldığı kağıdı Pamir’e uzatırken, “Adem Yılmaz, Kıdemli Üst Teğmenmiş,” dedi. “Kâğıtta yazan numara, onun Yarbay’ının numarası: Haluk Ertürk.”

 Pamir, İnci’yi takdir ederek odasına girdi. Hız kaybetmeden telefonu eline alıp, kâğıtta yazan numarayı tuşlayarak, telefonu kulağına götürdü.

 Telefonun öteki ucundan tok sesli bir adam sesi duyulunca, Pamir hemen kendini tanıtarak karşısındaki kişinin Haluk Ertürk olup olmadığını sordu. “Komutanım, değerli vaktinizi almak istemeyerek konuya giriyorum,” dedi. “Adem Yılmaz için sizi rahatsız ettim. Kendisine ulaşmam gerekiyor.”

“Adem’i ne için arıyordunuz?” diye sordu Haluk.

“Kendisine danışmayı istediğim bir mevzu var.”

“Size yardımcı olmayı isterdim Başkomiserim fakat maalesef.. Adem 2014 yılının sonunda istifa etti. Numarasını da değiştirmiş. O günden sonra ne aradı ne geldi. Nerede olduğuna dair bir fikrim yok. İstifa ettikten sonra ona ulaşmayı denedim. Başarılı olamadım.”

 Tam ilerlediğini hissederken, geriye doğru sendelemişti Pamir. “Sakıncası yoksa neden istifa ettiğini sorabilir miyim?”

“İnanın bilmiyorum. Ona bunu sordum. O iyi bir Komutandı, fakat O böyle düşünmüyordu. İstifa ederken kendini yeteri kadar iyi görmediğini söyledi.”

“Sizce istifasının nedeni neydi?”

“Başarısızlığa dayanamayan bir komutandı Adem. Son girdiği çatışmada çok sayıda şehit vermiştik. O çatışmadan kaynaklı bir istifa olduğunu düşünüyorum.”

“Ona ulaşabileceğim hiçbir kaynağınız yok mu? Bir yakını, evi, memleketi?”

“Adem doğma büyüme Hakkarilidir. Babası teröristler tarafından şehit edilmiş. Aileden başka kimsesi yoktu. Sahip olduğu tek aile askeriyeydi. İstifa etmesi hepimizi üzmüştü. Siz tam olarak ne için arıyorsunuz Adem’i?”

“Bir şehit çocuğu öldürüldü. Şehidimiz Hakkâri’de can vermiş. Adem Yılmaz’ın da Hakkari’de görev yaptığını duyunca belki tanıyordur diye düşündük.”

“Eğer benim bir yardımım dokunursa seve seve yardım ederim. Belki ben de tanıyorumdur bu şehidimizi. Hafta sonu İstanbul’da olacağım. Sizinle görüşmeyi çok isterim.”

“Biz de sizi ağırlamayı çok isteriz.”

“Öyleyse hafta sonu diyelim. Ben sizi bu numaradan ararım,” dedikten sonra telefonu kapattı.

 Haluk onlara gerçekten yardım edebilir miydi? Pamir’in içinde anlamlandıramadığı bir şüphe vardı. Odadan çıkarak İnci’nin yanına döndü. Ona Adem Yılmaz’ın cep telefonuna neden ulaşamadığını sordu. İnci denemişti fakat Adem Yılmaz’ın dokunulmazlığı vardı. Onu kimin, neden koruduğunu bulamamıştı. Çok da fazla irdelemek istememişti. Sonuçta Adem bir Komutandı.

 Pamir yine de İnci’den bir kez daha denemesini istedi.

  Herkes masadaki yerini almıştı. Pamir kollarını göğsünde kavuşturarak arkasına yaslandı. Önce Mithat’a sordu, cerrahla görüşüp görüşemediğini.

 Görüşememişti.

“Cenazedeydi, Başkomiserim,” dedi Mithat. “Oğlunun cenazesinde. Adem Yılmaz ölmüş. Cenazeye gittim. Babası defin sırasında fenalaştı, ambulansa bindirdiler. Oradakilerden öğrendiğim kadarıyla babayla oğlu arasında yıllar önce bir kavga olmuş. Üvey anne vakası. Cerrah, yirmilik bir tıp öğrencisini üvey anne olarak getirince.. Klasik hikaye, Adem evden gitmiş, simit satmasının sebebi bu. Okuyup bir baltaya sap olamamış. Babası evlenene kadar onun sırtından geçiniyormuş. Kısaca Adem kaçırılmış mı, yoksa başka bir kavga yüzünden ortadan mı kaybolmuş.. Bilinmiyor. Davayla ilgilenen kayıp büro amiriyle görüşmemi isterseniz, devreye gireriz. Olayın cinayet olup olmadığını…”

“Gerek yok,” diyerek susturdu Pamir. “Dosya elbet birine verilir,” dedikten sonra Begüm’e dönerek Hemşireyi sordu. Begüm kendinden emin bir şekilde aradıkları adamın o olmadığını söyledi.

Begüm, “Adam nişanlıymış. Düğün masrafı için gece gündüz çalışıyor,” deyince, Başar sıktığı dişlerinin arasından, “Nişanlı mıymış?” diye mırıldandı.

“Ah,” dedi Begüm, imalı bir bakış atarak. “Ben sana bu ayrıntıyı söylemedim mi?”

 Bıyık altından güldü Pamir. İşte şimdi onların ekibe uyum sağladıklarını görüyordu. Hafifçe öksürdü. “Önemli bir detay yoksa ben konuşacağım,” diyerek ekibine baktı. Kimse bir şey söylemeyince konuşmaya başladı. “Aradığımız Adem Yılmaz, Özel Kuvvettin eski Üst Teğmeni. 2014 yılının sonunda istifasını vermiş ve kayıplara karışmış. Bu adamda bir şey var. Bizi Yurdagül’ün katiline ya da katillerine bu adam götürecek. Hakkâri’de doğup büyümüş. Babası Şehit olmuş. Belki de Şehit Mesut Kiraz’ın başka bir silah arkadaşıydı. Kim bilir, belki de yalnızca babasının adı farklıydı. Bunları şuan bilemeyiz. Bildiğimiz bir şey varsa, o da Adem Yılmaz’ı bulmamız gerektiği. Bu dosyayı terörle mücadeleye bildirmeyeceğiz. En azından şimdilik. Tüm dikkatiniz, tüm gücünüz bu dosyada olacak. Başka dosya kabul etmeyeceğiz, başka isimlerle kafamızı karıştırmayacağız.

 Yarın bir gidip Şerife Hanımla konuşalım ve Yurdagül’ün odasını arayalım. İnci sen bir Şerife Hanımı ara, yarın saat kaçta müsait olur, sor ve sonra saati tüm ekibe bildir. Eğer sabah saati olursa orda buluşuruz.”

“Hep bir mi gideceğiz?”

“Evet, Orhan. Benim gözümden kaçanı belki sen görürsün. Senin kulağının işitmediğini belki Mithat işitir. Edineceğimiz en ufak bilgi altın kadar kıymetli. Sorusu olan?” masaya yaklaşıp tek tek ekibine baktı. Kimseden soru gelmeyince sandalyesini iterek ayaklandı. “Bu akşam iyi dinlenin. Yarın görüşürüz.” Tam odadan çıkacaktı ki dönüp Orhan’a baktı. “Annen nasıl oldu?”

“Hastanede. Günden güne yaşam mücadelesini bırakıyor.”

 Derin bir iç çekti Pamir. Annesini görmek istediğini söyledi. Böylece Orhan’la birlikte emniyetten çıkıp, annesinin yattığı hastaneye gittiler.

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın: