YURDAGÜL KİRAZ
-06 OCAK 2015 / Salı – Sultanahmet-
İçimde yine aynı his: Takip ediliyorum. Kolumda asılı duran çantamın sapını sıkıca kavradım. Biri birden beni tutarsa kendimi savunmam gerekiyor. Bir süredir bu garip hisle yaşıyorum. Her dışarıya çıktığımda arkamda biri varmış gibi hissediyorum.
Derin bir nefes aldım. Az ilerideki Turizm Şube Müdürlüğüne baktım. “Eğer biri beni takip ediyorsa, polise bunu bildirebilirim.” Adımlarımı büyüttüm. “Evet, gidip polise anlatacağım. Deliriyor olamam, değil mi?” omzumun üstünden arkama bir bakış attım. Sultanahmet gibi bir yerde, arkamda yürüyen bir sürü insan vardı.
Şube Müdürlüğüne yaklaştığım sıra bir kadın, polis kulübesine doğru yöneldi ve bundan sonra her şey bir anda oldu.
Önce, kulaklarımı sağır eden ses ayaklarımın altında titredi. Sonra, etrafı toz kaplarken vücudum savruldu. Bedenim tozların içinde ve arabaların arasında bulurken kendini, aklım yıllar öncesine göçüp gitti.
Ufacıktım. Kaç yaşında olduğumu bile bilmiyorum. Babam hayattaydı. Hakkâri’deydik. Kendim gibi ufak bir evimiz vardı.
Bir gün…
Babam hızla eve girdi. Yüzü ter içindeydi. Önce annemi yatağın altına soktu. Sonra benim elimi tuttu. Babamı o halde gördüğümde öyle korkmuştum ki…
“Hadi Gül, annenin yanına girmelisin,” dedi.
Omuzlarımı silktim. Öylece babama baktım. Ben kımıldamayınca, eğildi babam. Tam o esnada dışarıdan silah sesleri geldi ve bir patlama oldu.
Korktum ve sıçradım. Ama babam alışmış gibiydi. Ya da duymamıştı.
Vücudum korkudan titremeye başladı.
Tıpkı şimdi titrediği gibi.
Babam ellerini omuzlarıma koydu. “Gül,” diye fısıldadı.
Şimdi de bir adam ellerini omuzlarıma koyuyor. “Gül!” diyerek bana sesleniyor.
Tepki vermiyorum.
Babam bu kez avuç içleriyle saçlarımı okşayarak, yüzümü elleri arasına aldı.
“Yurdum, Yurdagül’üm!”
Adam da aynı şeyi yapıyor. Saçlarımı okşayarak yüzümü o iri elleri arasına alıyor. “Yurdagül!” diyor bu kez.
“Geçecek Yurdum, söz veriyorum. Baban seni koruyacak.” Yaklaşıp alnımı öpüyor.
“Her zaman,” diye fısıldıyor.
Ağlamaya başlıyorum.
Aynı anda şimdi de ağlıyorum ve adam tıpkı babam gibi fısıldıyor. “Geçti Yurdagül, geçti.”
“Ağlama Gül, n’olur!” diyerek başımı göğsüne yaslıyor babam.
Adam da “Ağlama,” diyerek başımı kendi göğsüne yaslıyor. Onun göğsü babamınki kadar yumuşak ve rahat değil. Adamın göğsü sert ve rahatsız edici. “Ben seni koruyacağım, Gül.”
Bir anda evimizin kapısı kırılıyor. İçeriye eli silahlı adamlar giriyor.
Babam gözlerimin içine bakarak yatağın altına itiyor beni.
Annem tuttuğu gibi çekiyor yanına. Sarılıyor bana.
Babamın belindeki silahı çıkarıp adamlardan birine doğrulttuğunu görüyorum.
Annem eliyle gözlerimi kapatıyor ama parmaklarının arasında kalan boşluktan seyrediyorum.
Adamın birini vuruyor babam. Ama başkaları da var. Başka biri tam babama silah doğrulttuğunda…
Babam bir başkasını vuruyor o sıra.
Babama silah doğrultanı, göremediğim bir yerden, başkası vuruyor. Hem o adam, hem de babamın vurduğu adam yere düşerken, çıkıyor göremediğim kişi.
Tanıyorum onu: Babamın silah arkadaşı. Öyle diyorlar birbirlerine.
Babam ve silah arkadaşı Mahmut Amca, birbirine bakıp gülümsüyorlar.
Adam başımı kaldırıp yüzüme bakıyor. İfadesinde, babamın yüzünde gördüğüm o tebessüm var. Onun kim olduğunu bilmiyorum, ama o benim adımı biliyor. Bir anda toparlanıyorum ve hışımla adamı itip ayaklanıyorum. “Kimsin sen!” diye bağırıyorum.
“Tamam, sormakta haklısın. Ama önce şuradan seni uzaklaştırmama izin ver.”
Etrafa baktım. Ortalık savaş alanına dönmüş. Toz bulutu adeta bizi yutmuş. Ayağa kalktı Adam. Bana doğru yaklaşınca bir adım geri gittim.
“Birbirimizi tanıyoruz, ama haklısın böyle karşına çıkmamalıydım. Özür dilerim, seni korkutmak istemedim.”
“Seni tanımıyorum!”
“Baban 2004 yılında Hakkâri de şehit oldu. Ben o zamanlar 20 yaşındaydım. Babanın bir silah arkadaşı vardı, hatırlıyor musun? Mahmut’tu adı,” dedi hızla. “İşte, onun bir oğlu vardı. Âdem.”
Yutkundum.
“Ben O’yum.”
Hiçbir şey söylemeden öylece donup kaldım. ‘Mahmut Amcanın 20 yaşında oğlu mu vardı?’ Hatırlamaya çalıştım. Gözlerimi yumdum ve derin bir nefes aldım. Ciğerlerime ulaşan tozla birlikte gördüm…
Görevde olmadıkları bir gün mangal yapmaya gitmiştik. Özel Kuvvetlerdeki askerler ve aileleri. Benden birkaç yaş büyük bir kız vardı. Arkadaşımdı ama adını hatırlamıyorum. Askerlerin birinin kızıydı. Onunla papatya topluyorduk. Sonra yanımıza büyük biri geldi. Topladığımız papatyalarla bize taç yaptı.
Gözlerimi açıp, kirpiklerimi birbiriyle birkaç kez buluşturdum. Karşımdaki adam doğru söylüyordu. Mahmut Amcanın 20 yaşında bir oğlu vardı. Bize papatya taçlarını O yapmıştı.
“Beni günlerdir sen mi takip ediyorsun?” diye sordum.
Gülümseyerek iç çekti. “Evet, çünkü seni korumakla görevlendirildim.”
Gözlerimi açıp onun düzgün yüz hattına baktım.
Tekrar gülümsedi. “Buradan gidelim mi?”
Başımı evet şeklinde sallayınca, gösterdiği tarafa doğru yürümeye başladık.
-O gün, 6 Ocak 2015 Salı günü, bir terör saldırısı oldu. Kadın canlı bomba, Sultanahmet’teki Turizm Şube Müdürlüğüne gelip, kendini patlattı. Olayda bir polis ŞEHİT oldu.-
Beni kurtaran, günlerdir takip edildiğim hissine kapılmama sebep olan o adamdı. Âdem…