SARI ORKİDE – BÖLÜM 17

“Kızlarının Ruhunu Öldüren Babalar”

  İri ve korkunç adam, küçük sarışın kızının kolunu morartana kadar sıktı. Kızı soğuk tuvalete sürüklerken sıkmaya devam ediyordu.

“Ne olur babacım, beni oraya götürme,” diye yalvarıyordu küçük kız. Birazdan olacakları bildiği için gözyaşları şimdiden yanaklarını ıslatmıştı.

 Adam, masallardaki canavarlara benziyordu. Kızını, mavi-beyaz fayanslı banyoya iterek soktu. Küçük kız yüzü fayansa çarpmasın diye dikkat ederken avuçlarının üstüne düştü. Sonradan avuç içlerinin kızaracağını biliyordu. Banyo küçük, soğuk ve rutubetliydi. Kenarda klozet, yanında fayans duvardan sarkan çeşme vardı. Çeşme de yeşil hortum takılıydı. Annesi bu hortumu tutarak yıkardı onu ama babası hortumu farklı amaçla kullanırdı. ‘Ceza hortumu’ydu adı.

“Ben sana dışarı çıkmayacaksın demedim mi!” diye kükredi canavar. Eline ceza hortumunu aldı.

“Lütfen yapma, babacığım. Bir daha dışarı çıkmayacağım, söz.”

“Bu kaçıncı söz verişin,” derken indirdi hortumu, küçük kızın bedenine.

 Acıyla çığlık attı kız. Bir süre sonra sarı teninde kırmızı yollar oluşacaktı. Bu yollar beyaz fayans zemine akacak ve kızın bedenin de kabuk bağlayacaktı. Yüzüne vurmasın diye elleriyle yüzünü kapattı. Çünkü babası özellikle yüzüne vururdu ki iyileşene kadar dışarıya çıkamasın.

 Dışarıya çıkmak için değil, yüzüne vurduğunda çok fazla acıdığı için korumaya çalışıyordu. Özellikle hortum gözüne geldiğinde görmesi zorlaşıyordu.

 Küçük kız hem ağlıyor hem de durması için babasına yalvarıyordu. Ama babası hiçbir zaman durmuyordu.

 Çok güzel bir kızdı. Aynı annesine benziyordu. Bu yüzden de adamın zulmüne en çok maruz kalan çocuğu oydu. Hem karısını hem kızını döverdi canavar, ikisine de hiç acımazdı. Karısını sadece dövmezdi ve annesine yaptıklarını küçük kızına izletirdi.

 Küçük kızın bir odası yoktu. Annesiyle babasının odasında, yataklarının hemen yanındaki çekyatta yatar ve gece yatakta babasının annesine yaptıklarını, ağlayarak seyretmek zorunda kalırdı. Babası neden onun ablasıyla yatmasına izin vermezdi, bir türlü anlamıyordu. Kadın kocasının bunu niye yaptığını anlardı ama ne kendini ne de kızını koruyabilmişti. Tek yapabildiği, kızına “Hemen büyü ve evlenip bu evden git,” demek olmuştu.

 Adam o kadar kıskançtı ki, karısının ve küçük kızının evden çıkması yasaktı. Ta ki eve para getirmesi için karısını çalıştırana dek… O zaman karısının evden işe, işten eve gitmesine izin verdi.

 Küçük kızı okul çağına geldiğinde canavar yeni bir korku dünyasının kapısını açtı.

“Baban sana ne yaptı?” diye sordu Eylül.

 Mehtap gözlerini kaçırıyor, ellerini ovuşturuyor, cevap vermemek için bir çıkış yolu arıyordu. Bulamayacaktı. Eylül cevabını alana kadar onu tuvalete bile yollamayacaktı.

“Anladığın gibi bir şey değil.”

“Ne o halde? Anlat ki gerçeği bileyim.”

 Unutmaya çalıştığı hatıraların dehşetiyle irkildi. “Bu çok zor, Eylül…”

 Uzanıp arkadaşının elini tuttu. “Bana anlatabilirsin,” diye fısıldadı.

“O beni ve annemi döverdi,” derken sesi titredi.

 Biraz sonra ağlayacağını anlayarak arkadaşına sıkıca sarıldı.

“Annemi sadece dövmezdi. Ona bir adamın bir kadına yapacağı tüm iğrenç şeyleri yapar ve bunu bana izletirdi.”

 Yüzünü Eylül’ün göğsüne gömüp hıçkırıklara boğuldu. O kadar uzun zaman arkadaş olup, nasıl bu korkunç ayrıntıyı bilmezdi Eylül. Demek o yüzden çoğu gece anneannesinin evinde onunla kalıyordu. Babası ve annesini izlemek zorunda kalmasın diye…

“Bu yüzden mi Erman’la tam anlamıyla bir karı-koca ilişkisi yaşamaktan kaçıyorsun?”

 Başını sallayarak geri çekildi Mehtap. Arkadaşının gözlerine belki de ilk defa bu kadar utanarak bakıyordu. “Bazen sırf yatağa birlikte girmeyelim diye kavga çıkarıyorum.”

“Ve o da seni dövüyor, böylece sen banyoda temizlenirken onun uyumasını bekliyorsun.”

“Evet. Çünkü dayak bildiğim bir şey ama diğeri… Yapamıyorum Eylül. Beni öptüğünde bile öyle çok geriliyorum ki.. Aklıma annemin yüzü geliyor, ağlayarak yalvarışını duyuyorum. Gözlerimi kapattığımda, sanki babamın ‘aç gözlerini’ diye bağırışını işitiyorum. Sanki yatağımdaki kocam değil de annemle babammış gibi hissediyorum.”

“Tedavi olman gerekiyor, Mehtap. Biliyorsun değil mi?”

“Bir yabancıya bunları anlatamam.”

“Bana niye bunca zaman anlatmadın?”

“Sence bunlar anlatması kolay şeyler mi?”

“Peki, ne yapıyorsun? Yani dayak yemediğin gecelerde?”

“Öylece yatıyor ve mutlu olduğum anları düşünüyorum. Seninle yaptığımız çılgınlıkları mesela, sonra aklıma, eve geç gittiğim için babamın dövüşü geliyor.. Hemen başka bir mutlu an buluyorum.”

“Eve her geç kaldığında…” cümlesini bitiremedi Eylül.

“Eğer evdeyse, evet. Ben hiçbir zaman özgür ya da rahat olmadım. Genelde evden kaçardım, sonrasında dayak yiyeceğimi bile bile. Çünkü başka türlü sadece acıyı yaşıyordum. Kaçıp sana gelince, en azından mutlu an biriktirebiliyordum.”

“Bu yüzden de seni seven her erkekle evlenmek istiyordun, değil mi?”

“Mecburdum, Eylül. Ya gelinlikle ya kefenle çıkabilirdim o evden. Benim başka kurtuluşum yoktu. Bir an önce beni seven ve benimle evlenmek isteyen birini bulmalıydım. Aksi halde ölüp gidecektim elinde.”

  İşte böyle, Mehtap gibi binlerce kız çocuğu var; babalarının elinde ölmemek için kocalarının evinde ölen…

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın: